Onu en çok, Penguen'deki Pazar Sevişgenleri’nden biliyoruz. Mizahçı, şair, yazar, nam-ı diğer modern zamanlar filozofu Metin Üstündağ…
Yazar mı, şair mi yoksa mizahçı mı? Bu kimliklerden hangisi en baskını ve daha çok hareket alanı sağlayanı?
Ben de tam olarak bilemiyorum aslında. Sadece çeşitli alanlarda orjinal üretimler yapmaya çalışıyorum ve uzaktan nasıl görünüyorum pek bilemiyorum. Okur sizi ürettikleriniz üzerinden bir yere koyuyor zaten. Bazen anlıyor, bazen yanlış anlıyor, bazen de hiç ırgalanmıyor. Sonuçta insanın en yoğun tortusu neyse o kalıyor geriye galiba. Bir şey olmaktan çok bir şeyler yapmak telaşında oldum hep ben. Bir de tek başına değil de hep birlikte. Hepsinin üzerinde bir mizahçı kafası var belki. Daha doğrusu zıpır bir çocuk. Ne yaparsam yapayım yaptıklarım özel, güzel ve neşeli olsun isterim.
“Hayat çok saçma aslında” diyorsunuz. Mizahçı bu saçmalığı en iyi yorumlayan insana mı denir?
Neşeli gerçekçiliktir mizah. Gerçeğin çeşitli, neşeli olabilirlik hallerini araştırır. Saçma, gerçeğin en olabilemez sandığımız olabilirllik halidir aslında. Saçma hayata takla attırır. İnsan düşünen bir canlı ve tüm canlılar gibi de ölümlü bir varlık. İnsanın ürettiği her şey, kültür sanat, bilim, spor ve hatta din bile biraz ölümü öteleme, hayatı anlamlı kılma telaşından. Saçmanın da bir mantığı var ve saçma aslında kara gerçekçiliktir.
İLİŞKİLERDEKİ GELİŞME NİTELİKTE OLMALI
Son kitabınız Apartman Haikuları’nı okurken komşuluk ilişkileri üzerine epey düşündüm. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”dan çok uzağız artık, hatta komşularımızın kim olduğunu bile bilmiyoruz. Biz büyüdük ve kirlendi mi dünya?
Her konuda bir eksen ve anlam kayması yaşıyoruz. Bu dünyada da belki böyle ama bizde her şey birbirine karıştı. Hayat çığırından çıktı. Herkes yeni bir dünyada yaşıyor ama eski hayatı özlüyor. Nicelikle, nitelik birbirine karıştı. Asıl gelişme nitelikte olmalı, nicelikte değil. Hayat, anlık ya da günlük değil en azından bir ömürlüktür, galiba bunu ıskalıyoruz. Eski bayramlar ne güzeldi nostaljisinde değilim ama güzel bir şeyler kalsı yani. Mahalle hayatı güzeldi mesela. Ayrıca Fransızlar da büyüyor, niye kirlenmiyor dünya. Niye bozmuyorlar, fazladan bir çivi bile çakmıyorlar Paris’e.
ERDOĞAN KENDİNİ BİR LÜTUF SAYIYOR
Penguen, özellikle Başbakan R. T. Erdoğan’ın hedef gösterdiği bir dergi. “Espriyi kaldırmama” durumunu neye bağlıyorsunuz?
Eski siyasetçilere pek benzemiyor RTE. Kendisini bir lütuf gibi görüyor. Çok hormonlu bir egosu var. Siyaseti yarış, iktidar olmayı da şampiyonluk gibi görüyor. Dolayısıyla her durumda kazanmak istiyor. Eleştiriye tahammülü yok. Öte yandan çok ballı, karşısında mizah dergileri dışında bir muhalefet yok. Siyaset özünde boşluktan karizma yaratmak sanatı. Mizah da ‘kral çıplak’ demek. Ee bizi niye sevsin ki o vakit RTE!
Apartmanda yaşadığımız ilişkiler pek çok şeyin işareti aslında…Sizin apartmanda ilişkiler nasıl gidiyor? “Selamsız sabahsız” kişiler var mı?
Mahalle hayatı tedavülden kalkınca sadece apartman sakinleri arasında değil ev ve aile sakinleri arasında da selamsız sabahsız durumlar yaşanmaya başlandı galiba. Ve daha acayibi kendi kendisiyle selamı sabahı kesen insanlar bile var!
Şiyir Sevişgenleri de yeni çıktı. Bu fikir nasıl doğdu?
Gırgır’da üstat Oğuz Aral buldu bendeki bu damarı ilk. Hatta köşenin adını “Metin’in aşıkları” diye ilk o koydu. Zamanla değişti, gelişti, bölümlere ayrıldı. Şiyir Sevişgenleri bu bölümlerden biri. O da üstat Enver Ercan’ın gaz vermesiyle oluştu. Otuz yıla yakındır çiziyorum. Ben de yaşlanıyorum, aşk ve ilişkiler hususunda yeni şeyler keşfediyorum. Aşk ve ilişki anlamları o kadar değişken ve çeşitli ki herhalde bir otuz yıl daha çizerim sanıyorum. Dünya durdukça, insanlar birbirlerini sevmeye çalıştıkça, bitmez bu macera.
AŞKTA EN FAZLA BERABERE KALINIR
“Aşk iki kişiyle oynanır, iyi olan kaybeder” diyorsunuz. Kazanmak için neler yapalım, hadi söyleyin.
Aşkta zaman zaman biri daha öne çıkar. Biri daha çok sever diğerinden. Bunu sıraya koymayınca, yani sen sev, ben yan gelip yatıcam durumu olunca arıza çıkar. Kazanan aşkı kaybeder, kaybeden ise hiç olmazsa sadece o kişiyi kaybeder, aşk hissini yeteneğini kaybetmez. Aşkta kazanan olmaz kanımca, en fazla berabere kalınır, maç uzar, penaltılara kalır belki...
KENDİMİZ GİBİ AŞKIMIZI DA SEVMELİYİZ
“İnsanlar ilk başta birbirini dinlemiyor, ancak yoruldukça dinginleşiyor ve birbirlerini dinlemeye başlıyorlar,” diyorsunuz. Kadın-erkek ilişkisi devreye girince neden hep aynı olayların esiriyiz?
Galiba bir cinse ait olmayı ve o cinse yüklenilen hurafe boyutundaki klişeleri çok önemsiyoruz. Verilen rolleri içselleştirmeden, elbise gibi giyiniyoruz. Ee, zamanla elbise dar geliyor, kavuşmuyor düğmeler.
İlişkilerde “entelektüel”lik nerede devreye giriyor? Yoksa biz mi böyle sanıyoruz ve hep kendimizi kandırıyoruz?
Aşka veya ilişkiye ‘ben’, ‘sen’ dışında üçüncü biri gibi davranınca, üstüne titreyince, aşk ve ilişkinin de hakları olduğunu düşününce, yani sürüden ayrılınca başlıyor belki asıl sevmek. ‘Eve gitmem lazım, kedi aç, çiçeklere su vermem lazım, ocağı açık unuttum’ filan diyoruz da mesela aynı özeni ilişkilerimize göstermiyoruz. Kendimizi, birbirimizi sevdiğimiz kadar aşkımızı da sevmeliyiz belki. Aşk da bir çocuk pışpışlamak gibi.
PAZAR SEVİŞGENLERİ İLE ŞİYİR SEVİŞGENLERİNİN FARKI
Taşı gediğine koyan Pazar Sevişgenleri ile "mürekkep yalamış" Yasakmeyve’deki Şiyir Sevişgenleri’nin ayrımı sadece “entelektüel” düzeyde mi saklı?
Pazar Sevişgenleri toplumun ve ilişkilerin genelini kapsıyor, Şiyir Sevişgenleri ise okumuş yazmışların aşk ve ilişki biçimleri üzerinde yoğunlaşıyor. Sonuçta aralarındaki fark tepki biçimleri, dekor, kostüm ve replikler sadece. Sorunlar, bakış açıları çok şey aynı neredeyse. Çünkü yaşadığımız coğrafya ve toplum, kültür aynı. Ayrıca entellektüel olmak bazen daha da zorlaştırıyor aşk ve meşk ilişkilerini. Teorisiz, içgüdüsel yaşamak daha rahat. Bazen acaba insanlar cinselliği kutsamak ve rahatlatmak adına mı icat ettiler aşkı diye de düşünmüyor değilim hani.
YENİ BİR DERGİ ÇIKARABİLİRİZ
Uzun süre Öküz’ü çıkardınız ve hala pek çok özleyeni var. Yeniden bir dergi çıkaralım gibi bir düşünceniz var mı? Biz istiyoruz, bunu bilin!
Var ve olacak galiba. Hayırlısı. Öte yandan o dönemin ruhu, yazar-çizerleri eksildi birer birer. Bazen tadında bırakmak en büyük hünerdir. Bilemiyorum. Ama tecrübelerimi herkesle paylaşmaya hazırım.
İki oğlunuz var; Hüseyin (22) ve Denizali (16). Hüseyin bir röportajda “kızları paraya ihtiyaç duymadan etkileyebilmelisin”, dediğinizi söylüyor. Denizali ise kızlar konusunda sizden çok destek aldığını söylüyor. Erkek okurlara var mıdır bir iki tüyonuz daha? Merak edenler eminim vardır!
Ben oğullarıma, kızlara insan gibi davranmalarını öğütlüyorum hep. Yani onların da bir anne babaları var, onlar da insan, bir av değiller. Sonuçta herkes kendince yeniden, kıra döke öğreniyor bu işleri.
Geçtiğimiz ay Kemal Kılıçdaroğlu Bülent Arınç’ı mizahçılara, yani size havale etti. Ne düşünüyorsunuz bu havale konusunda?
Bu biraz topu taca atma durumu. Parti başkanı olan biz değiliz. Bizim birinci amacımız da değil siyasetçilerle uğraşmak. Hatta mizahçıyı gerileten bir durum bu. Mizahçıların vaktiyle mizah konusu yaptığı bir sürü siyasetçi vardır, ama bugün kimse hatırlamaz.
MetÜst’ün gözüyle kısa kısa...
Kemal Kılıçdaroğlu: İyi niyetli birine benziyor!
Bülent Arınç: Gerçek niyeti ne pek belli olmuyor!
Önder Sav: Kime niyet, kime kısmet!
Recep Bey: Niyeti bozmuş gibi!
Evet / Hayır: Ne diyiim, Allah sonumuzu hayır etsin!
Anayasa: Hayat Kullanma Kılavuzu!
CHP: 70’li yıllarda güzeldi!
AKP: 2150 yılında daha güzel olabilir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder