Babam ve Oğlum’da Salim, Mavi Gözlü Dev’de Nazım Hikmet, Usta’da ise Doğan Usta… Adı, Türk sinemasının son yıllarda yetiştirdiği en değerli oyuncular arasında anılan Yetkin Dikinciler, kendisine gelen projeleri şöyle değerlendiriyor: “Öncelikle beni içine alacak bir öykü olup olmadığına bakıyorum. Dişe dokunur, hayata dair bir şey söyleyip söylemediğine bakıyorum. Rolün bende oynama arzusu yaratıp yaratmayacağı da önemli. Ama bunların dışında bir özellik daha var ki, belki en önemlisi...”
Mütevazı bir duruşunuz var. Gösteri dünyasında bu şekilde yer almak zorluk yaratıyor mu?
Oyuncu olduğumu sadece oyunculuğumu yaptığım zaman hatırlıyorum. Bir de yaptığım iş üzerine olumlu ya da olumsuz bir tepki aldığımda hatırlıyorum. Bunun dışında benim gündelik yaşamıma “oyuncu” olmam sirayet eden bir şey değil. Bu unutkanlığım da her zaman işime yarıyor. Bu durum aynı zamanda beni huzurlu da kılıyor. Oyunculuğun işçilik tarafıyla ilgileniyorum.
Sizinle ilgili hiçbir olumsuz yorum yok. Aradığımı sanmayın, ama bu durum beni bile korkuttu! Ya bir gün ben de yanlış yaparsam, gibi kaygılarınız var mı?
Aslında yaratabilir. Sürekli birine ne kadar iyi, hoş gözüktüğünü söylerseniz, insanın hoş olmayası gelir!... Bazı anlarda bir tepki vermek istediğinde, şu ana kadar bana hep iyi olduğumu söylediler, ya bu durum değişirse diye kaygılanabilir insan. Yapay dönüşüm de burada başlar. Herkes iyi ve hoş gözükmeye çalışsa da, iyilik ve hoşluk sadece samimiyet ve sahicilikle birebir örtüşür. Samimi ve sahici olmak önemli benim için, diğerleri umurumda değil.
BENZEMEK YAPAY BİR DEĞİŞİMDİR
Birilerine benzemeye çalışmanın en büyük sorunumuz olduğunu söylüyorsunuz. Bu yanlışa siz hiç kapılmadınız mı?
Kimseye benzeyemem ki… Bunu biliyorum. İnsan kendini gerçekten keşfetmeye başladığında kimseye benzemeyeceğini anlıyor. Benzemek sözü yapay bir değişimi çağrıştırıyor. Biz sadece “biz” olmaya çalışırız oysa… Kendimizi gerçekleştirmek istemeliyiz sadece. Bunun içinde farklılıklara yoğunlaşmak gerekiyor.
Magazinel bir soru olacak, sesine aşık olunası erkekler listesindesiniz. Pek çok kadın sizi beğeniyor, gözler üzerinizde. Şikayetçi misiniz?
Her şeye çok biçimlerle yaklaşıyoruz. “Yakışıklı adam” ya da “güzel kadın” diye bakıyoruz. Oysa, bu nitelendirdiğimiz insanların içinde iyi bir adam var mı, güzel sesin içinde de güzel bir adam var mı, diye bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Biri beni dinlerken, anlattıklarıma değil de sesime takılırsa, sesim güzel olmaktan çıkar engelleyici bir şey olur. Şikayet değil de, bakış açısından sıkıntı duyduğum oluyor sadece…
Felsefe eğitimini yarıda bırakıp tiyatro okumaya başlamışsınız. Felsefe eğitimi, bir oyuncuda neleri değiştirir?
Her iki alanda insana dair sorular sorup, insana dair yanıtlar arıyor. Felsefenin bir disiplin olarak varolana dair sorduğu her soru, bir oyuncunun da bir hikaye içinde varolmaya çalışırken, dünyaya ve insana dair sorduğu sorularla örtüşüyor. Kendi sürecimde, önce felsefe eğitimiyle tanışmış olmanın soruları netleştirmek ve aradığım yanıtları çeşitlendirmek anlamında bana katkısı olduğunu görüyorum. Umarım bu, biçimsel değil, hayata dönük bir katkıdır. Çünkü, felsefenin işe yarayanı hayata dönük olanıdır.
ROLLERİMİN HEPSİNE BENZERİM
Nazım Hikmet, Salim ve şimdi de Doğan Usta. Üçü arasında kendinizi hangisine daha yakın hissediyorsunuz?
Nazım Hikmet’te fiziksel benzerlik ortaya atıldığında, o sıralar şu anda hayatta olmayan anneme dair bir yanıt vermiştim. Benzemek konusu biraz şudur: Taşıyıcı olan bir tek annedir. Kim olduğunu da bilmeyiz gelecek insanın. İyi biri olabilir, kötü de olabilir, yani sonuçta olanaklar vardır. Bütün rollerime “olanaklar” olarak bakıyorum. Benim Salim, Nazım Hikmet, Doğan Usta olmak olanaklarım diye bakıyorum ve içimdeki bu olanaklardan yararlanmaya çalışıyorum. İçimdeki o yönlerle tanışmamı sağlıyor. Galiba bir oyuncunun hayatı keşfetme ile yola çıkarken en çok ihtiyaç duyduğu şey kendini keşfetmesidir. Ben de bu anlamda bunu çok değerli buluyorum. Diyebilirim ki, rollerimin hepsine benzerim; çünkü hepsi bendendir.
DOĞAN USTA’NIN TUTKUSUNDAN ETKİLENDİM
Peki “Usta”da en çok ne hoşunuza gitti?
Bir kere Bahadır Karataş ve Mete Özok ile tanışmak, yola çıkmak hoşuma gitti. Ve bu insanlarla tanışıp, Doğan Usta gibi bir karakterle karşılaşırsanız, bütün taşlar sizin için yerleşiyor demektir. “O iş, bu işmiş” dersiniz. Bunun yanı sıra, Doğan Usta kendi işini yapmaya çalışan, sıra dışı bulunan bir hayalin peşinde koşan, kendi uçağını yapmaya çalışan biri. Bunlar mekanik özellikler olarak gözükse de, bizim iletişim ağıyla uğraşırken duygusallıktan uzaklaşırken, Doğan Usta’nın tam da bu mekanik işlerle uğraşırken işin içine tutkuyu katabilmesi çok ilgilendirdi beni. Tutkusu uçak olsa da, hayalinin peşinde koşan bir adam olması etkileyici bir şey.
İLİŞKİLERE BALYOZ ETKİSİNİ BİZ YAPIYORUZ
Doğan Usta’da, erkek bencilliği ön planda gözükse de, kadın bencilliğinin, daha doğrusu “cinslerin ilişkiye bakış farklılıkları”nı izliyoruz. İlişkilere “balyoz” etkisini ne yapıyor?
Kadın ile erkeğin hayat boyunca çözmeye çalıştığı bir şey var ortada. Kendisi değişmeden, karşısındakini kendine uydurmak. Kendisinin anlaşılmaya çalışılması. Empati denen şeyin “sen benim yerimde olsan ne yapardın” değil, “ben unun yerinde olsaydım ne yapardım” olduğunu öğrenmemiz gerektiğini anlatan bir şey bu. Aslında savaşların da nedeni bu. Farklılıkları zenginleştirici unsurlar olarak görememek sorunun temeli.Gerçek balyoz etkisini “değiştirme” isteğimiz yapıyor. Tanıştığımız kişiyi tanıştığımız gibi taşımamak, görmek istediğimiz hale getirmek “balyoz” etkisini yapıyor. Balyoz öyle bir şeydir ki, karşımızdaki insana indirmek için kendi kafamıza çakabiliriz.
Doğan Usta ve Emine ilişkisi çok naif. Sanki ilişkilerinin sırrı da bunda saklı…
Evet, Doğan Usta ve Emine çok naif bir çift. Kendilerini gerçekleştirirken etrafında olanlardan çok da etkilenmeyen, birbirlerine odaklanan bir çift. Bu filmin en büyük iddiası da budur; hayat gibi akmaya çalışmasıdır. Örneğin, kullandığımız aksan bile biraz kararsız, zaman zaman da farklı gelmiş bazı insanlara. Ama Eskişehir’deki yaşama baktığınız zaman, aynı şeyin orada olduğunu görürsünüz. Hem eski gelenekler sürüyor hem de gelişmişliğin, çağdaş bir şehir olmanın tüm özelliklerini taşıyor. Mesela, burada çekemezdik o filmi. Ama orada çekim için adamın dükkanını kapatıyorsun, karşılığında bir bardak çay içsek olur, yanıtını alıyorsunuz. Fark da bu.
Bir projede yer alırken nelere bakıyorsunuz?
Öncelikle beni içine alacak bir öykünün olup olmadığına bakıyorum. Dişe dokunur, hayata dair bir şey söyleyip söylemediğine bakıyorum. Rolümün bende oynama arzusu yaratıp yaratmayacağı da önemli tabi. Ama bunların dışında; bir özellik daha var ki, belki bu da en önemli özellik: Kendinizin role uygun olup olmadığınız… Evet, bu karakteri tanımlamak için nefesimi, sesimi, sinir uçlarımı dönüştürmeye hazırım; bu karakter benden çıkabilir, diyebilmek beni en çok memnun ediyor.
Barbaroslar Dizisinin Oyuncuları arasına girmiş. Sonunda herkes bu muhteşem oyuncuyu görecek. Yetkin Bey kesinlikle daha iyi yerlerde olması gerekiyor. Adamının sesi bile karizma.
YanıtlaSil