Radyocu, köşe yazarı, şarkıcı, romancı... Kariyerinden anneliğine, aşk hayatından son romanına kadar her şeyi sorduğumuz Ayça Şen kendisini sivri dilli bulanlara şöyle cevap veriyor: “Belki de insanlara ayna tuttuğum için benden korkuyorlar. Çünkü çok rolsüz ve perdesiz bir insanım. Perdesiz olunca, perdelerini açman için fırsatların oluyor. Bu da sanırım başkalarının benden korkmasına neden oluyor.”
Son kitabınızın adı “Hırs ve Ceza”… İsmi de, konusu gibi bir o kadar iddialı. Ne oldu da, Ece gibilerin kitap yazma/yazar olma merakı tepenizi attırdı?
Bir şeylere tepem atmadı. Sadece ilk kitabım “Saatçi Bayırı”nın çok yoğun bir kurgusu vardı. Ama tabi çok yaşanmış şeylerde vardı içinde; yine de korktum bir daha yazamayacağım diye. Ara bir şey, beni yormayan, sakin bir şey yazmak istedim. Zaten o dönemde de çok durgundu hayatım. Fazla düşünmeden, bir şey amaçlamadan ve mananın da çok içinde olmadığı bir dönemdi. Hayatımın o dönemini çok iyi anlatıyor. Aslında barışmak istediğim tarafımı biraz da yerdim galiba. “İlk başta çok üvey evlat gibi davrandım; “Ne bu ya?” dedim ama biliyorum ki samimi bir dönemin ürünü oldu. Hırs ve Ceza” samimi bir kitap ve artık sevmeye de başladım.
Samimiyet en kilit kelime sanırım…
Kesinlikle! Samimi olmanın zorunluluğuna inanıyorum. Kitap yazarken de, samimi, iyi niyetli ve sevginin olması gerekiyor. “Hırs ve Ceza”da sevgi yoktu belki ama iyi niyet vardı. Bir ya da iki kişi eleştirdi beni dostlarımdan; ben onu kaldıramadım ve reddettim böyle bir kitap yazdığımı… İndirgedim, o dönemimle barıştım ama şimdi.
SAMİMİ OLMAK ŞART
Radikal gazetesindeki köşe yazılarınızda da aynı samimi tat var. Her şeyin içinde en azından bir tutam samimiyet olması gerekli görüyorsunuz, sanki?
Hayatının kendi estetiği içinde “ben nasıl uzun soluklu olacağım” demiyorsun. Bunu düşünmüyorsun. Samimi olmak zorundasın bu yüzden de. Samimiysen de zaten o oluyordur; zoraki bir şey olmaz. Süslemeler olabilir; ama bunun nedeni samimi olmamaktan kaynaklanmıyor. Süsleme zorlama da getirebilir ama ben onu gayretten sayıyorum.
Edebiyat dünyasında dışlandığınızı söylemişsiniz bir röportajınızda. Biraz da sizin içinde olmamanızdan, uzak durmanızdan kaynaklı bir durum olabilir mi?
Edebiyat dünyasından kimseyi tanımıyorum ki ben? Demek ki kendim yazıp, kendim dışlıyorum kendimi!.. İnsan, kendisinin aynası aynı zamanda. Ama onunla da barıştım! Kırgınlıklarımız aslında bunlar, ne bileyim? Demek ki annem bana çocukken salak demiş ve bunu çok edebi bulmuşum. Etkisi geçmemiş. Aslında edebiyatın hastasıyım ben ve edebiyatı çok yüceltiyorum. O kadar seviyorum ki yazmayı ve o kadar da kendiyle kavgalı bir insanım ki, herhalde, bunu ben yapıyorsam, bu edebiyat değildir, diyorum. Edebiyatla içimde bir kavgam var herhalde. Onay beklentisinden kaynaklanıyor.
Radyo programı, gazete yazarlığı, kitap, albüm... Zaman problemi çektiğiniz, yahu nasıl başa çıkacağım, dediğiniz durumlar oluyor mu?
Hiç zaman problemi çekmiyorum. Mesela, bu sabah 7-10 arası radyo programım vardı; sonrasında geldim ve biraz yürüyüş yaptım. Denizi seyrettim. Deniz, insanın aynası gibi geliyor. O, sana vakit kazandırıyor aslında. İçine dönmek insana vakit kazandırıyor. Eskiden vakit geçmesin istiyordum. İçine dönmeye korkan, üşenen bir insandım. Spor yapmayı sadece güzelleşmekle eşdeğer tutanlar var. Oysa ahenk olarak düşünsek çok daha iyi gelecek bize. Ahenk çok önemli.
ÖZGÜRLÜK KORKUM VAR
Sizin yazılarınızın sıkı takipçisi bir okuyucu olarak, sıra röportaj yapmaya gelince; birkaç kişinin yazdıklarını okudum ve korktum; daha doğrusu çekindim diyelim… Zırhlar mı örüyorsunuz, çok mu löp sözlüsünüz, neden korkutuyorsunuz insanları?
Belki de insanlara ayna tutuyorumdur!.. Ben çok rolsüz bir insanım hakikaten. Perdesiz bir insanım yani. Bunu yakın arkadaşlarım da söyler. Perdesiz olunca, perdelerini açman için fırsatların oluyor. Ne kadar açıksan o kadar açılmaya başlıyorsun. Kimse için yapmıyorum bunu da. Kendine yalan söylemelerden, özgürlüğüme duyulan bir korku olabilir. Aidiyeti bağımlılıkla karıştıranlar var. Halbuki ben de özgür değilim ki, belki de özgürlük korkum olduğu için böyleyim.
Bir röportajınızda, "ben libidomu işle doyuruyorum" demişsiniz. Hayatınız, sadece iş ve Memo endeksli mi? Aşka yer yok mu?
Aşk yok. Birine bağlı bir aşk yok. Aşk ve sevgi aslında arındıkça gerçekleşen bir şey. Bir çoğumuz gerçekten aşk meşk yaşamıyoruz; sevgi değil aslında yaşadığımız. Kitabı yazarken de öyle bir dönemden geçiyordum; Memo’nun okul parasını ödeyeyim, ona bakayım diye yaşıyordum. Bir ırgat gibiydim. Bir de baktım ki, bir şey üretemiyordum ve içimi çok boş bıraktığımı fark ettim ve dedim ki aşık olmalıyım. Yaklaşık 3 yıldır erkek arkadaşım olmadı mesela.
AŞKIN ANLAMINI ARIYORUM
Aşka bir nevi kapalı, sonraya ötelediğiniz bir süreçtesiniz yani?..
Evet, şimdi de o sonra dediğim dönemdeyim!.. Yalnız bir genç kadın, sevgilisi yok; ama bunun da sağlıksız olduğunu anladım. Şimdide niye yaşamadığımı, neden istemediğimi bulmaya çalışıyorum. Çok güzel bir aşk sürecindeyim. Aşk ne demek, cümlesinin sonucunu arıyorum. Kendini sevmeyen birisi, başkasını sevemez ki... Hep aynı şeyleri yaşadığımı fark ettim ve bunun ilahi bir şaka olduğunu düşünmeye başladım. Aynı duvarlara vuruyormuşum hep...
Tek ebeveynle büyümüş çocuklarda, ben tek başıma da çocuk doğururum, hatta uzaya bile çıkarım, hissi olabiliyor. “Tek kişilik dev kadro” gibi hissediyor musunuz kendinizi?
Kesinlikle tek kişilik dev kadro değilim. En başta anneme bağımlıyım.Yani tek büyüyen çocukların, yanında büyüdüğü ebeveynine bir bağımlılığı oluyor. Babasız büyüdüm ve bu aslında çok büyük, kimsesiz kaldım hissini yaşamam demekti. Sahipsiz kalma korkusu, terk edilme ve suçluluk duygusu yaşadım.
ÇOCUK OLAN MEMO DEĞİL BENİM
Oğlunuz Memo, cool bir çocuk izlemini veriyor. Sanki olacaklardan haberli ve hemencecik büyümüş bir adam gibi…
Gerçekten “cool” bir çocuk Memo. Ben o kadar çocuk gibiyim ki, o adam rolünde! Onu sevdiğimi biliyor; zaman zaman mızmızlanmasının nedeni de bu. Oğlum diye de değil, insan olarak da çok iyi bir insan olduğu için seviyorum Memo’yu.
Annelik sizin hayatınız neye tekabül ediyor? Hayattaki asli rolünüz ne?
İnsan ilişkilerinin karşılığı sende neyse o. Sen neysen annelik o aslında.
Memo ile Paris ve Çin maceralarınızı okuduk Radikal’de. Epey tantanalı geçmiş anlaşılan. İlk ve son kez soruyorum: Çocukla yurtdışına gidilir mi, gidilmez mi?
Gidilir… Niye gidilmesin ki? Çocuk korkulan bir şey değil, sen kendinden korkuyorsun. Tabi sıkıcı, bayıltan yanları olabiliyor bazı zamanlar. Memo mesela bir çenesi açıyor ve susmuyor; o anı yaşamaktan korkuyorum. Paris’te, Memo kayboldu ve ben canımı teslim etmek üzereydim; ama bir de baktım ki, o muhabbete durmuş, insanlarla konuşuyordu. Yani sürekli bir endişe oluyor, ama yine de gidilir, çünkü çok keyifli!
MEMO İLE O ANDA OLMAK…
Memo ile ikinizden kurulu dünyada en büyük lüksünüz nedir?
En büyük lüksümüz, o anda olmak… Anı yaşamak gibi klişe bir söz gibi gözükebilir ama bunu da barışıklıkla çözebiliyoruz.
“Memo ile Çin’de bir gün” desem, ilk sahne ne olur?
Memo sokakta plastik bir oyuncakçı görmüştür ve alalım diye yakama yapışmıştır. Eski Çin’de böyle bir tablo olurdu. Yeni Çin’de ise, ben ve Memo, birileri de olabilir ama grup değil kesinlikle, tapınaklara gidip CD alırdık herhalde… Ama kesinlikte tur otobüsüyle gitmiyoruz, baş başayız!..
Sizi turneye çıkan, hayranlarıyla kucaklaşan bir kadın olarak düşünemiyorum? Sizi sevenler yanınıza yaklaşınca, hafiften bir tüysem, diyor musunuz?
Yok. Benim yanıma çok fazla hayran falan gelmez. Ayıp diyorum; hayran ne demek? Hemen arkadaş oluyorum.
Bir gün aşık oldunuz, hatta çarpıldınız, ama Memo sizi çok kıskanıyor; bundan da eminsiniz. Adamda birlikte yaşayalım, diyor? Ne yaparsınız?
Bağlılık diye bir şey var ya, aşk dediğimiz şeyi şu an halledemedim. Ama ne olur, inan ben de bilmiyorum…
Kitabınızda Ferdi Özbeğen’e göndermeler de var. Ferdi Özbeğen’i mi, yoksa Cengiz Kurtoğlu’nu mu daha çok seviyorsunuz?
Cengiz Kurtoğlu tabi. Arabesk dinliyorum valla. Hatta taksicileri de hiç anlamıyorum; kendileri de dinliyorlar ama kadınlar dinleyince epey bir tuhaf karşılıyorlar. Ama ne olursa olsun, arabesk severim. Hadi o zaman şöyle diyeyim; her ikisini de seviyorum, dinliyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder