Yazmak insanın en iyi hali

Babaevi, Sil Baştan, Zerda, Ihlamurlar Altında ve son olarak Asi… Sadece bunlar değil, daha pekçok dizinin karakterlerine hayat veren bir isim. Aynı zamanda yedi kitabın yazarı. Ama aslında biyokimya uzmanı. Eczacılık Fakültesi’nin ardından bambaşka denizlere yelken açan bir kadından bahsediyoruz. Kendi deyimiyle “gönlünde yatanı inatla isteyip” gerçekleştiren Neşe Cehiz’den...

Yazar ve senaristsiniz ama eczacılık eğitimi almışsınız. Bu eğitimi almak bilinçli bir tercih değil miydi?

Aslında hiç tercih etmedim. Ağabeyim tıp fakültesinde okuyordu o sıralar, ailemin etkisiyle eczacılık fakültesini işaretledim. Ama hedefim siyasal bilgiler fakültesine gitmekti. Ertesi yıl yine sınava girdim, kazandım da. Fakat bizim ailede pek çok doktor olduğu için siyasal bilgiler sayfasını kapatmak zorunda kaldım. Ailemin lafına kandım yani. Yine de eczacı olarak hiç çalışmadım. Biyokimya ihtisası yaptım, hastanelerde çalıştım. Bunları yaparken yazmaya da devam ettim.

O zaman yazı yazma durumları hep vardı, sonradan olmadı bu ilginiz?

Edebiyatla haşır neşir insanların dediği gibi, ben de edebiyattan hep 10 alırdım. 18 yaşında takır takır yazdığımı, hiç durmadan yazabileceğimi fark ettim. Teksir sayfalarına 40-50 sayfayı bulan kısa bir roman yazmıştım. Biriktirdiğim teksirleri bir gün edebiyata çok meraklı olan ağabeyimle paylaştım. Beklediğim tepkiyi alamadım. “Kafka esintili şeyler yazmışsın” dedi sadece. Bu yüzden bir duraksama oldu, yazma olayı bir süre rafta kaldı.

Peki edebiyat dünyasına ilk adım atmanız ne zaman ve nasıl oldu?

Tutkuyla yazmaya devam ederken farkında olmadan öykülerim birikti, dosyamı hazırladım ve Akademi Kitapevi Öykü Ödülü’nü aldım. O dönemin en prestijli ödülüydü, çok heyecanlandım. İyi bir başlangıç oldu, üzerimde iyi bir motivasyon yarattı. Sonrasında, Enver Ercan’ın ön ayak olmasıyla 1991’de Varlık’tan ilk kitabım “Evlilik Cüzdanlarını Buruşturan Öyküler” çıktı. Çok büyük, güzel heyecanlardı. Şimdi ilk kitabıma bakınca ‘muhteşem’ diyemiyorum ama beğenilme anlamında o dönemde egomu epey okşamıştı.

Yazma isteği garip bir duygu

Eğer yazmak istiyorsan, her türlü engel ve dış etkene rağmen elin kalemi buluyor, kağıtla buluşuyor, yazmaya başlıyorsun. Yazmak aslında insanın iyi hallerinden biri. Deniz kıyısında oturmakta insanın iyi hallerinden biridir ama o boşluk halinde bir şeylerin yazıya dökülmesi, zamanın somutlaşması anlamına geliyor.   

Sulhi Dölek’le karşılaşma
Sonrasında senaryo yazarlığınız da başlamış. Bu yönde teklif mi geldi? Televizyon dünyasına nasıl girdiniz?

Tamamen ekonomik nedenlerle başladım senaryo yazmaya. Sinemayla ilgileniyordum ama dizilerde nelerin olduğunu bilmiyordum. Dizilere geçmeden önce TRT’den radyo oyunları aldım, yazmaya başladım. Radyo oyunları, yazı yazmama çok büyük katkı sağladı. Yayınlanmış 8-10 oyunum var. Ayrıca 13 bölümlük “arkası yarın” da yazdım. Radyo oyunu yazma, yazdıklarımı görsel arenaya döndüreceğimi gösterdi. Bunun verdiği duyguyla 13 bölüm dizi yazıp bir kenara koydum. Sonu ve hikayesi tamamen belli bir hikayeydi. Bu hikayeyi yazdığım dönemde Yazarlar Sendikası’nın kongresinde Sulhi Dölek’le karşılaştım. Kendisi de senarist olduğu için toplantıya gittiğini, beni de yanında götürmek istediğini söyledi. Çok tesadüfi bir biçimde istediğim şey ayağıma kadar geldi. Böylelikle ilk kez bir film şirketine ayak bastım. “Babaevi” ile 1997’de televizyon hayatına başlamış oldum.

Becerikliyim, yetenekliyim, işkoliğim!
Bunca iş, iki ayrı ala... Sizin sırrınız ne?

Çok becerikliyim ve yetenekliyim demek ki! Şaka bir yana, o zamanlar bana saatler fazla geliyordu. Hastanedeki görevim çok aktif bir çalışma gerektirmiyordu. İdareciydim, ortam bana zaman kazandırıyordu. İşkolik olduğumda bir başka gerçek tabii!

Yine de vazgeçtiğiniz anlar olmadı mı?

Hem edebiyat dünyasında hem de televizyon dünyasında yıldırıcı pek çok şey var. Kendi ruh halinize göre ya yılarsınız ya da yılmazsınız. Her türlü olumsuz faktöre karşı direndim, inatçılığımın bunda en büyük etken olduğunu düşünüyorum. Odaklandım ve diğer şeyleri görmezden geldim. Örneğin edebiyat dünyasında çok az dostum var. Başka yazarları çok iyi tanımam, onları da diğer merak ettiğim insanlar gibi röportajlarından tanımayı tercih ederim. İlişkilerimi kullanmak mantığı yerine, hayatımda her şeyi akışına bıraktım. Yaptığım işlerin dışında kalarak kendimi korudum, yıpranma oranımı bu şekilde azalttım.

İnsanlar dizileri kaybolmak için izliyor

Zerda, Ihlamurlar Altında, Kırık Kanatlar ve Erkekler Ağlamaz gibi pek çok dizide imzanız var. Son yıllardaki rekabeti de düşünürsek insanların dizileri tutkuyla izlemelerini neye bağlıyorsunuz?
Türk insanı dizi seyretmeyi çok seviyor. Her dizinin içinde kendinden bir parça buluyor, başkasının eklediği hikayelerde de bir şekilde kaybolmak istiyor. O ana odaklanıp, arada çay içip mutfağa gidip mutlu oluyorlar. Çünkü ailecek sinemaya gitseler çok pahalıya gelebilir, uygun vakitleri olmayabilir ama diziler her kanalda kendilerini bekliyor. İşin içine ekonomik faktörde girdiği için her akşam ekran karşısına geçip dizi seyretmeyi, ekrandaki hikayelere kendilerini kaptırmayı seviyorlar.

Peki, bir izleyici olarak dizilerle aranız nasıl?

Her bölümlerini olmasa da dizilerin ilk bölümlerini mutlaka seyrediyorum. Oyuncuların, senaristin kim olduğu, hikayesinin neyle ilgili olduğunu 15-20 dakika bakarak öğreniyorum. Her bölümü seyredecek vaktim yok.

Yaratım sürecinde sizi en çok neler etkiliyor?

Sektör çok ağır ve piyasa çok çetin savaşlara tanıklık ediyor. Mesela 3 gün hiç durmadan dizinin bir bölümü için senaryo yazıyorum. Çok sosyal olmaya fırsatım olamıyor bu yüzden. Rahatlıkla asosyalim diyebilirim. Hayatın içine karışmak ise yaratıcılığımı artırıyor.

İnsanları zorlayan koşulların değişmesi için nelerin yapılması gerekiyor?

Şu anda dizilerin süresi 90 dakika. Eskiden bu süre 45 dakikaydı. Setteki arkadaşlar iki kat daha fazla çalışarak, eve dönmeden günlerce setlerde kalarak yaşıyorlar. Bu, büyük bir haksızlık. Tekrar dizilerin 45 dakikaya düşmesini istiyoruz. İnsanların yaşamlarını doğru düzgün sürdürmeleri için bu şart.

Senaristliğe istekli olan gençler bu koşulları nasıl buluyor?

Gençlerde pek yolunda gitmiyor bu işler. Çünkü tahammülleri fazla yok. Dışarıdan gözüktüğü gibi değil, gençler buraya gelir gelmez anlıyorlar. Ama bunun yanı sıra yanımızda yetişen ve sektöre dayanabilen gençlerle usta-çırak ilişkimiz oluşabiliyor. Edebiyatta artık kaybettiğimiz bu ilişki artık senaristler arasında devam ediyor.

Dizilerde iş alım sahneleri şöyle gelişiyor: İş arayan mutlaka üst düzey yönetici ile görüşüyor ve akabinde de işe alınıyor. Son yıllardaki işe alım sürecinin çok aşamalı olduğunu düşündüğümüzde, çok inandırıcı gelmiyor insana. Bunun nedeni rating kaygısı mı?

İzlenme kaygısı ile hiçbir alakası yok, dizi akışı ile ilgili bir durum bu. O sahnenin en kısa sürede kesilmesi gerektiği için tek bir sahnede ve kesin sonuçla bitiyor görüşmeler. Uzatmak gibi bir lüksümüz olmuyor. Her bir çekim bütçe demek çünkü. Ama bunu bir eleştiri olarak görebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...