Sadece sahnede başkalaşıyorum

Sezen Aksu onun sesini ilk kez bir barda duyduğunda “kim bu sesin sahibi” diyerek oturduğu yerden kalkmış. Hemen orada da kendisine “benimle çalış” diye teklif götürmüş. Sertab Erener, bugün Türk pop müziğinin en iyi seslerinden biri. On albüm, ünlü seslerle düetler, Eurovision birinciliği... Onu yoğun konser trafiğinde sıkıştırdık. Geri çevirmedi; sorularımızı yanıtladı.

“Bu Böyle” yeni çıktı. Nasıl bir konser maratonu sizi bekliyor? Yeni projeler var mı?

Bu yaz boyunca farklı illerde on beşe yakın konser vereceğim. Yoğun bir dönem beni bekliyor ama single beğenildiği için de sanırım gayet keyifli olacak bu konserler.

“Konser öncesi-Konser sonrası” Sertab’da neler değişir?

Ben sadece sahnede başkalaşıyorum hayatın içinde. Başka bir kimya ve konsantre bir oluş hali bu. “Şimdi” de olmak ve bir çeşit meditasyon... Daha sonra, konser bitince bir süre daha (ve adrenalinin katkılarıyla bir çeşit ağrı kesici bu) devam ediyor o hal, sonra yeniden fikirler düşünceler projeler kaygılar aklınıza gelince normal hayata dönüyorsunuz.

“Aşk seni bulabilir de,” diyorsunuz son şarkınızda. Tuzaklara gelenler ya da bulamayanlar için önerileriniz var mı?

Aşk bizi bulabilir; ama biz neyi aradığımızı ya da ne istediğimizi bilirsek tabi!

Sizce de aşk geçici bir duygu mu? Geçmeden kalması için neler yapılabilir? 

 Aşk kelimesi size ne anlatıyor bilmiyorum ama benim için hiç geçici bir duygu değil. Kalıcı ve çok önemli bir duygu.

YURTDIŞI KONSERLERİM PR AMAÇLI DEĞİL

Yurtdışında çok konser verdiğinizi biliyoruz ama yine de çok haberdar olamıyoruz. Bunun belli bir nedeni var mı?

Yurtdışındaki albümü ve konserleri Türkiye'de PR amaçlı kullanmak istemiyoruz. Gerçekten ilgilenenler, kolaylıkla her türlü bilgiye ulaşabilirler ne de olsa. İnternet bu anlamda her türlü kolaylığı ve imkanı sağlıyor.

 89-90 yıllarında Eurovision Şarkı Yarışması’na elemelerde seçilmemişsiniz, sonrasında ise harika albümlerin yanı sıra birinci de oldunuz aynı yarışmada. Bu yarışma, ya da benzerleri, tam olarak ‘ne ister’ bir sanatçıdan? Neyin gücü ön plana çıkarır bir insanı?

Kendine güven, deneyim ve inat... Bu üçü olmadan insan hiçbir şekilde varolamaz, buna inanıyorum.

ÇOCUKLUK EN DEĞERLİ HAZİNE

 “Bir minicik kız çocuğu bak, duruyor orada hala,” diyordunuz bir şarkınızda. Çocukluktan vazgeçmediğimizde mutluluğu garantiler miyiz?

İnsan çocukluğundan vazgeçtiriliyor büyürken, maalesef… Korkular ve inançlarla kirletiyoruz benliğimizi ve tabi ki mutluluğumuzu da. Ya onu sonsuza kadar bulamıyoruz ya da kalan ömrümüzü bulmak için harcıyoruz.

 SIRADA BİR SINGLE DAHA VAR

“Bu Böyle”den sonra albüm yapmaktan vazgeçip sadece single çıkarmayı düşünüyor musunuz?

 Bu yıl içinde bir single daha çıkarıp yeni yılla birlikte bir albüm çıkarmayı planlıyorum. Şimdilik projelerim bu kadar!

 Peki internet siteniz üzerinden şarkılarınızı yayınlamak gibi bir düşünceniz var mı? Yoksa CD olmadan asla, mı?

 Bence her iki yöntem de olabilir. Birini seçmek doğru değil. Gelişen teknolojik dünyaya ayak uydurmak en temel koşul.

 Aileniz ve özellikle de Serdar Erener sizin için çok değerli. Ayrıca, ağabeyinizle olan ilişkiniz çok gözler önünde. Ailenizden bu kadar yaratıcı iki kardeşin çıkması sadece tesadüf mü?

 Bu soruya cevap veremeyeceğim çünkü bilmiyorum!..

MEŞHUR DEĞİL, NORMAL BİR HALAYIM

 Serdar Erener’in iki çocuğu var. Sizin onlarla ilişkiniz nasıl? Annelikle ilgili soruları da sevmediğinizi biliyorum; hiç olmazsa yeğenlerinizle ilgili soru sormak istiyorum. Lütfen cevaplayın!.. Nasıl bir halasınız?

 Hem Emine hem de Ali Ömer ile aram çok iyi. Meşhur bir hala olmak yerine, daha derin bir ilişki kurmak benim için önemli olan.

TWITTER’DAKİ SERTAB BENİM!

Twitter, Friendfeed’de olmak size keyif veriyor mu? Oradaki Sertab, gerçekten siz misiniz?

 Evet, tabi ki benim!.. Ve çok da keyif alıyorum. Zaman buldukça günlük olayları anında paylaşabilmek hem çok güzel hem de çok eğlenceli.

 İNTERNETİ ÇOK ÖNEMSİYORUM

 Güzel bir siteniz var; www.sertab.com. İnteraktif ağlarda yer alan az sanatçıdan birisiniz. Online dünyanın gücünü nasıl tanımlıyorsunuz?

 Yeni dünya düzeninde insanlarla iletişimin en hızlısı ve aracısız olanı, internet. Bu yüzden gerçekten önemsiyorum ve yer almaktan keyif alıyorum. 

Rengarenk bir kongre: Kalder İnsan Kaynakları Kongresi

İş yaşamına baktığımızda pek çok unsurun tek tip olmadığı, kendi içinde faklı yönlerin ve özelliklerin olduğu görüyoruz. Organizasyonlar, yönetim şekilleri, kurum kültürü, sistemler, metodlar, sektörler ve en önemlisi insanlar tek tip değil, çeşit çeşit, renk renk. Yani rengarenk bir iş dünyası ile karşı karşıyayız.

KalDer’in (Türkiye Kalite Derneği) düzenlediği İnsan Kaynakları Kongresi de iş yaşamındaki bu çeşitliliği ele aldı. 25 Şubat’ta, Ankara ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilen kongrenin ana teması "Rengarenk"ti. Yeşil, turuncu, sarı, mavi ve beyaz başlıklı oturumların düzenlendiği, Yenibiris.com’un internet sponsoru olduğu kongreye İK’cılar katıldı.

HAYAT VEREN İK

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Temsilcisi Gülay Aslantepe’nin konuşmacı

olarak katıldığı, yeşil renk ile temsil edilen "Hayat Veren İK" oturumunda, örgütün 1998’te yayımladığı deklarasyondan bazı maddeler ele alındı. Ayrıca, bu maddelerin Avrupa Birliği sürecinde temel olarak anıldığını da değinildi:
 -İfade özgürlüğü/toplu sözleşme özgürlüğü
-Çalışanların özgür iradeleriyle çalışması
-Eşit işe eşit ücret
-Her türlü ayrımcılığın engellenmesi
-İstihdama girişte asgari yaş
-Çocukların işçi olarak çalıştırılmamasına dair yaş sınırı.
 Oturumun başkanlığını Türk Telekom İşe Alım, Ücretlendirme ve Yetenek Yönetimi Direktörü Savaş Usta’nın yaptığı, verimliliğin ve direncin rengi olan turuncu renk ile temsil edilen "Motivasyon ve Ödüllendirme" paneline ise Sabancı Holding Kurumsal Yönetim Platformları Direktörü Rıza Murat Yılmaz, Gürkaynak Yurttaşlık Enstitüsü Eş Başkanı Prof. Dr. Mehmet Gürkaynak ve PwC Türkiye İK Hizmetleri Bölüm Yöneticisi Murat Demiroğlu katıldı.

ALTIN YAKA ÖDÜLLERİ

Geçtiğimiz yıl düzenledikleri Altın Yaka Ödülleri’ndeki kategorileri anlatan Sabancı Holding Kurumsal Yönetim Platformları Direktörü Rıza Murat Yılmaz, yarışmada, toplamda 273 kişi, 15 şirketin yarıştığını söyledi. 15 şirketin finale kaldığını söyleyen Yılmaz, Altın Yaka Ödülleri sayesinde, agresif ve provakatif olabilmenin, takım çalışmasını artırmanın ve süreçleri şeffaflaştırmanın önemini bir kez daha anladıklarını belirtti. 

Prof. Dr. Mehmet Gürkaynak, motivasyonu, bir şeyi isteme niyetinde olmak olarak açıkladı. Ödüllendirmenin de bu anlamda çok önemli olduğunu söyleyen Gürkaynak, “Doğanın motivasyon denklemi şöyle der: Yaşa ve yaşat. Ama bizler hakkaniyet, insaf gibi kavramlara yakın değiliz. Bu yüzden yaşamaktan vazgeçerek ömrümüzü tüketmeyi tercih ediyoruz. Üstüne üstlük çocuklarımız da bizim yaptığımızın doğru olduğunu düşünüyor” dedi.

TEŞEKKÜRÜN ÖNEMİ

PwC Türkiye İK Hizmetleri Bölüm Yöneticisi Murat Demiroğlu da yeni dönemde çokuluslu şirketlerin çoğalacağını ve bunun da iş şekillerinde farklılık getireceğini söyledi. Bireyselleşmenin ve küreselleşmenin iş hayatına etkide bulunduğunu söyleyen Demiroğlu, takdir etme, teşekkür etme gibi küçük ayrıntılar olarak görülen unsurlara dikkat ederek çalışanları motive etmeliyiz, diye konuştu.

 Toplumsal yaşamı ve birlikte çalışmayı simgeleyen sarı renk ile temsil edilen "Kurum Kültürü" oturumunda ise MESS Eğitim Vakfı Genel Müdürü Nejdet Kenar oturum başkanlığı yaptı. Kordsa Global, Ortak Hizmetler Sistem Geliştirme Müdürü Aykut Alp Yılmaz ile İpek Kağıt İK Müdürü Azmi Yarımkaya’nın konuşmacı olduğu panelde; kurum kültürü nedir, rekabet gücünü nasıl etkiler, toplumsal kültür kurum kültürüne nasıl yansıyor, kurum kültürü nasıl inşa edilir, nasıl beslenir ve sürdürülür gibi soruların yanıtları arandı.

 İKİ TEMEL KELİME: GÜVEN VE BAĞLILIK

Bağlılığı ve geniş ufukları simgeleyen mavi renk ile temsil edilen "Güven ve Bağlılık" oturumunun başkanlığını ise Hürriyet İK Editörü Serdar Devrim yaptı. Oturuma, İzgören&Akın Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Şerif İzgören, Malül Güneydoğu Gazisi Hüseyin Özlük ile Arçelik Ürün Planlama ve Koordinasyon Direktörü Ahmet Sakızlı’nın konuşmacı olarak katıldı. Türkiye’de insan hayatının değeri ne yazık ki henüz anlaşılmadı, diyen Serdar Devrim, son ekonomik krizde pek çok çalışanın patronlarına duyduğu güvenin azaldığını, söyledi. Bunun çalışanları olumsuz etkilediğine söyleyen Devrim, daha adil daha insani bir sistem hayal etmemiz gerektiğini söyledi. 

SAĞLAM KARAKTERLİ ÇALIŞANLAR

Ekibinizin size duyduğu güven, en temel meselidir, diyen Yazar Ahmet Şerif İzgören ise sağlam karakterli, düzgün çalışanları işe alıp, en eğitimsizini bile bir şekilde eğittiğiniz takdirde “güvenilir” çalışanlar yaratabileceğini söyledi.

 Malül Güneydoğu Gazisi Hüseyin Özlük ise mayın sonucu gözlerini kaybettikten sonra hayata öfkelenmek yerine, azim, sabır ve güven kelimelerini hayatına dahil ettiğini söyledi. “Sizden daha hayata bağlıyım” diyen Özlük, ilk kez kör bastonu kullanmaya başlama hikayesini şöyle anlattı: “Ailem başıma bir şey geleceği için sürekli endişeleniyordu ve peşimden geliyordu. Bundan çok rahatsız oldum ve bir sabah 6’da kalktım, Kızılay’a kendi başıma gittim. Hem de birkaç otobüsün beni almamasına rağmen. Kızılay’a vardıktan sonra ise ilk işim ailemi ankesörlü telefonla aramaktı. Kendime güvenimi bir kez daha kazandım.”

İşyerine sadakatın nasıl sağlanacağını anlatan Arçelik Ürün Planlama ve Koordinasyon Direktörü Ahmet Sakızlı, bu maddeleri şöyle sıraladı:

 -Kültür birliği sağlanmalı
-Güven oluşturulmalı
-Ödül sistemi geliştirilmeli
Kongrenin sonunda ise Ali Poyrazoğlu yirmi dakikalık kısa bir gösteri yaptı.

Performans mıknatısı nasıl çalışır

Yenibiris.com yazarlarından, yönetim ve eğitim danışmanı Kağan Ünver, Performans Mıknatısı başlıklı konuşmasında İK profesyonellerine performansı ortaya çıkaran unsurları anlattı.
Her insanın farklı performansı olduğunu ve bunu ortaya çıkarmanın aslında kişinin kendi elinde olduğunu söyleyen Kağan Ünver, kişilerin “ben biliyorum” cümlesi söylemesinden çekinmesi gerektiğini söyledi: “Kişi, her şeyi bildiğini zannettiği an en büyük yanılgı başlar. “Ben biliyorum” cümlesini söyleyen kişiler de kurumlar da başarıyı yakalayamaz. “Bence” ile başlayan cümleler kurmayın, yanınızdaki çalışma arkadaşlarınızın düşüncelerini de önemseyin.”

Başarılı olmak için ne gerekli?

-  Kendinizle barışık olun
-  Olgun davranmaya özen gösterin
-  Cesur olun
-  Hoşgörü dengesi sağlayın
-  Proaktif olun

Ünver’e göre, vizyon ve bakış açısı bize performansımız için de önemli kazanımlar sağlıyor. Risk almak ise insanı kamçılayan bir motivasyon kaynağı. Hayatımızda 3 kelimeyi, yani nefret, öfke ve haseti törpülersek her şey daha iyi olabilir, kendimizle olan hesaplaşmayı olumlu yöne çevirebiliriz.

Müzik piyasası ilhamımı kaçırıyor

Yaşar, 1990’lı yıllarda “Divane” albümüyle hayatımıza girdi. Şiire sıkı sıkı sarılı şarkı sözlerini besteleriyle buluşturan sanatçı, müzik sektöründeki son gelişmelerden rahatsız. Yaşar, teknolojik gelişmelerin endüstriye geri dönüşü olmadığını söylüyor: “Elimde hazır bekleyen pek çok şarkı var. Ama kasetleştirmek istemiyorum. Para kazanamayacağım, kiramı ödeyemeyeceğim diye düşünüyorsunuz. Aklınıza bir anda gelen, onu coşturan bir duygunun peşinden koşmuyorsunuz bu yüzden. Manevi anlamda da 3-5 gün ya da bir süre şarkınız tutuyor, çok beğeniliyor ama akabinde unutuluyor. O tüketim, o yarış berbat bir şey.”

İşletme mezunusunuz ve finans alanında yüksek lisansınız var. Müzik serüveniniz ne zaman başladı?

Lise bittikten sonra Marmara Üniversitesi’ni kazandım ve İstanbul’a geldim. Hayalimde müzik yapmak vardı ama üniversitede devam zorunluluğu olmadığı için her ikisini de yapabiliyordum. O dönemde hem okul devam ediyordu, hem de barlarda çalıyordum. Okula çok devam etmediğim için okulum bir sene uzadı. O sırada da yüksek lisans sınavlarına girdim ve finans bölümünü kazandım. Üniversite biter bitmez İstanbul Üniversitesi günleri başladı. Yüksek lisans bitti, 10-11 gün sonra da kısa dönem askere gittim. Askerden döndükten 20 gün sonra da işe girdim. Yani kariyer anlamında her şey sıralı bir şekilde ilerledi. Bu hızlı geçişlerin altında aslında hep müzik akıyordu. Devamlı şarkılar yazıyordum, besteliyordum. Mesela, Moda’daki Han Bar’da uzun zaman çaldım. Orada çalışan biri gibi değil, oranın bir müdavimi, sahibi gibi çalıştım. Sahipleri de gençti, benim gibi. Gençler bir yer tutmuş işletiyorlar edasında geçen senelerdi.

 Mezun olduğunuz alanla ilgili bir işte çalıştınız mı?

Evet çalıştım. İlk olarak bir dış ticaret firmasında işe başladım. Kabataş, Set Üstü’nde çalışıyordum. Çok güzel bir boğaz manzarası vardı, masamdan da o enfes manzara görünüyordu. Vapurlar gelip gidiyordu, o sırada çalışıyor numarası çekip şiirler yazıyordum. Şarkı sözleri, şiirler yazıyordum, notlar alıyordum gizli gizli, biri geldiğinde ise hemen çalışıyor numarası yapıyor, işle ilgili bir dosyayı açıyordum. Beş ay bu şekilde geçti, sonrasında istifa ettim.

 Peki müzikten para kazanmaya nasıl başladınız?

İlk çalıştığım yerden ayrıldıktan sonra kaset yapmakla ilgili bir fırsat doğdu. Yaklaşık 6-12 aylık bir süreçti. O dönem yine de istifa ettim ve bir umut var deyip işten ayrıldım. Hatta bu kadar düzenli giden bir yaşamın ardından ailem şaşırdı, bu yüzden bir süre onlara daha iyi şartlarda bir işe geçtiğimi söyledim. Aileme başka bir yerde çalışıyor numarası, maaşım var numarası yaptım yani. Halbuki o zaman plak şirketinden çok az bir harçlık alıyordum. Bazen kendime kızıyordum, çok az kazanıyorum, keşke istifa etmeseydim diyordum.

 CEMAL SÜREYA HEM KAHRAMANIM, HEM DE ÜSTADIM

Cemal Süreya ile sanki tanışmışız, birlikte zaman geçirmişiz gibi geliyor. Ama hiç öyle bir şey olmadı. Başka bir alemde sanki bir araya gelmişiz gibi hissediyorum. Aslında onun bir şiirini okur okumaz böyle bir bağ kuruluyor. Onun şiirleri, insanı bilinçaltından yakalıyor. Yaşasaydı herhalde beni severdi.

BUNU YAPSAM NEYE YARAR

90’lı yıllarda ilk kasetinizi çıkardınız. İlk çıktığınız günlerle bugün arasında ne gibi farklar var? Teknolojik gelişmeler müziğinizi nasıl etkiliyor?

Öncelikle motivasyon açısından çok etkiliyor. Maddiyat sonra geliyor. Bizim jenerasyon müzik anlamında 4 dönemi gördü: Plak, kartuş, kaset ve CD. Şu anda da MP3 ve dijital anlamda IPOD’lar var. Çok büyük geçişler bunlar. Bunların her biri format değişikliği olduğu için endüstriyi ciddi etkiledi. Her değişim kazanımları ve yapıtları değiştirdi. Şimdi ise bir fiziki format var, bir de dijital format var. Fiziki formatı bedava gidip satın alamıyoruz, dijital formatların ise bir karşılığı yok, çoğunlukla bedava indiriliyor. Bu anlamda da çok büyük kayıplar var. Yani dijital satış fiziki satıştan çok daha fazla. Ama bunun herhangi bir geri dönüşü yok endüstriye. Bu olmadığı zaman da endüstrideki kademeler yavaş yavaş bu işten ellerini eteklerini çekmeye başlıyorlar. Bu en alttaki kademe olan söz yazarı ve bestecilere şöyle yansıyor; kendi kendimize, ben bunu niye yapayım ki, yapsam neye yarayacak, diye düşünüyoruz. Önümüzdeki 10 senede bunun değişmesini umuyoruz. Değişmezse de tekele dönüşebilir.

Tekelleşmenin sonuçları neler olur?

Tekelleşme sayesinde sadece birkaç firma ayakta kalır ve bağımsız firmaları satın alır. İyi müzik yapan firmalar, aslında bağımsız firmalardır. Bütün dünyada korkusuzca iş yapanlar bağımsız firmalardır. Bu şirketler büyük, tekelleşmiş firmaların eline geçince, sadece onların yönlendirdiği şeyleri yapmak zorunda kalır müzisyenler. Bir çeşit güdümlenme gibi bir durum. Bu sayede de kendi eserlerini bedava sundukları bu dijital ortamdan da starlar çıkabilir.

Böyle bir ortamda yeni şarkılar yapabiliyor musunuz?

Elimde ve evimde üzerinde çalıştığım pek çok şarkı var. Ama bunu kasetleştirmek istemiyorum. Çünkü biliyorum ki bunun bir geri dönüşü olmayacak. 10 şarkı yaptığımız zaman görsel desteği vermezsek hepsini tanıtma şansımız yok. Bir ya da iki şarkıya klip çekilebiliyor. Maksimum 4 şarkıyı tanıtabileceksem o zaman sadece 4 şarkı yapayım diyorum. Diğer altı şarkı olmayacağı için bu dört şarkı için heyecan duyabilirim, üzerinde çok daha keyiflenerek çalışabilirim. Bunun ilhamı için maddi karşılığını ve hatta manevi karşılığını da alacağımı bilirim. Kliple insanlara ulaştıramadığım şarkıların kasette rakam teşkil etmesi de bir şey ifade etmiyor.

EN KIYMETLİ ŞARKILARIMI DEM’DE TEKRAR YORUMLADIM

Dijital dünya müzik sektörünü olumsuz etkilese de yine de albümler çıkıyor. Siz de geçtiğimiz aylarda Dem’i çıkardınız. Böyle bir dönemde albüm çıkarmaya nasıl karar verdiniz?

Akustik bir şeyler yapmayı çok istiyordum. İlk olarak “Bir Yaşar-Bir gitar” olarak yola çıktık. Ama stüdyoya girince öyle olmadı. Çalınan her enstrüman akustikti, bu şekilde düzenlendi. Albümdeki şarkılar, 1990’lardaki en kıymetli şarkılarım. Bunları 2010’lara doğru bir daha yorumlamak nasıl olur diye düşünerek çalışmalara başladık. Aslında “Sevda Sinemalarda”dan sonra bekleyecektim, 4-5 şarkılık albümler ne zaman yapılırsa ben de o zaman bir şeyler yapacaktım. Ama beklemek hoşuma gitmiyor, stüdyoda olmayı severim.

GELELİM EKONOMİK KRİZE...

Avrupa’daki kriz bizden daha ağır geçiyor. Bu durgunluk bize daha gelmedi. En son Avrupa’ya bir müzik fuarına gittim ve zihnimde oradaki kareleri çektim, gelir gelmez de bizimle karşılaştırdım. Eğer bizde de öyle olursa, yandık. Mesela, ekonomik gidişatla birlikte üniversite şenlikleri konserleri durabilir, diğer konserlerdeki işler de sarpa sararsa bu yaz hiç iş yapmadan oturabiliriz. Sadece şarkıcılar değil; sesçiler, ışıkçılar, müzisyenler de bu durumdan etkilenebilir. Ayrıca gece programlarını bile durdurmak zorunda kaldık, yine ekonomik kriz yüzünden.

“Artık, daha çok anlatmak istiyorum” demişsiniz bir röportajınızda. Bunun için nelere ihtiyacınız var?

Müzik yetersiz kalıyor, anlatmak istediğim birçok şey daha var. Bir şiir kitabım da var. O dönemde yeteri kadar üzerinde durulmayan şiir kitabımı, şimdi yeniden ele almayı düşünüyorum. Kitabımı internet siteme almak istiyorum, insanlar çok soruyor, kolaylıkla okuyabilsinler istiyorum. Sonrasında da yeni kitabımla ilgili, kendimi daha iyi anlatabileceğim şeylerin üzerine gitmek istiyorum. Sevdiğim filmleri, yazdığım şiirleri de anlatmak istiyorum.

Başka projeleriniz var mı?

Radyo Klas’ta, haftada bir radyo programı yapmaya başlıyorum. Türkçe müzik çaldığım bir program olacak. Bir de yabancı şarkı çalabileceğim bir program yapmak istiyorum. Müzikle ilgili de yazdan sonra 4 parçalık bir şeyler yapmayı planlıyorum.

 Yıllar sonra nasıl anılmak istersiniz?

Efsane olarak anılmak isterim! Bununla ilgili bir öyküm var. Ezginin Günlüğü’nün 25. yıl albümünde ben de “Ebruli” isimli parçayı seslendirdim. Kuruçeşme Arena’daki konser bitiminde, albüme katkısı olanlar hep birlikte “Düşler Sokağı”nı söyledik. O sırada Nadir Göktürk’e sarıldım ve “Abi, siz bir efsanesiniz” dedim. O da bana dedi ki “Yaşlanınca sen de olacaksın!” Anılmakla ilgili çok bir derdim yok, ama efsane olarak anılmayı kim istemez ki?

Mizahçılar mülakatta

Penguen’deki Pazar Sevişgenleri bölümünün yaratıcısı, karikatürist Metin Üstündağ, Komikaze’nin yaratıcısı Erdil Yaşaroğlu ve Penguen’in tek kadın karikatüristi Semra Can ile iş görüşmesi yaptık. İşte cevaplar...

Metin Üstündağ
“En ideal şirket, hiç çalışmadan bana maaş ödeyen şirkettir”
En önemli mülakatınız hangisiydi? Nasıl geçti?

Hayatımda hiç ciddi iş görüşmesi yapmadım. Ya da çok ciddi iş görüşmeleri
yaptım ama ben anlamadım! Hatırlamıyorum!

Güçlü yanlarınız hangileri?

İyi kafa atarım!

En sevmediğiniz yanlarınız?

Bel yanlarım! Biraz kilo fazlam var, yanlarım ağrıyor.

Yeni dahil olduğunuz ekip içinde güvenilirliğinizi hızlıca sağlamak için ne yaparsınız?

Kimliğimi gösteririm. Ekip içindeki herkese tost ısmarlarım.

Sizden daha az bilgisi ve deneyimi olan birinin emrinde çalışsanız ne hissederdiniz?

Aşk, cinsellik! 

Sizin için ideal şirket hangisi?

Hiç çalışmadan bana maaş ödeyen şirket en idealdir!

Kariyerinizde ilerlemek için en çok neye ihtiyacınız var? Motivasyon mu, iyi çalışma koşulları mı, veya ne?  

Sevgiye açım ben! Siz de benim gibi yalnız mısınız yoksa!
Çalışma şekliniz nasıldır?

Pasif Çalışma denilen bir tekniğim var! Cahiller uyuyo sanabilir!

 Siz bize başkalarının veremeyeceği ne verebilirsiniz?

Bunu başbaşa konuşsak!

 Size, yapmakta olduğunuz görevin bütün avantajlarını terk ederek yeni bir görev önerilse, ne yapardınız?

Kaç para!

Stresli bir insan olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Acil bir durum, ciddi bir sorun karşısında tutumunuz ne olur genelde?

Serinkanlı bir şekilde olay mahallinden fıyarım.

 Küçükken nasıl bir gelecek, nasıl bir çalışma hayatı hayal ederdiniz?

Küçükken mongoldum, büyüdükçe açıldım.

 Erdil Yaşaroğlu

“Kriptonit olmasa, Süpermen Süpermen olmazdı!”

 En önemli mülakatınız hangisiydi? Nasıl geçti?

Limon Dergisi'ne gittim, editörleri buldum ve “Ben burda çizmek istiyorum!” dedim kararlı bir şekilde. Onlar da, “Çiz bakalım, beğenirsek işlerini yayınlarız dergide” dediler. Uzun bir süre süründürdüler o ayrı!

Güçlü yanlarınız hangileri?

Espriliyim, pratiğim, disiplinliyim, empati gücüm var ve uzun toplantılardan çok iyi sıvışırım...

 En sevmediğiniz yanlarınız neler?

Mükemmeliyetçi olduğum için her şeyi kendim yapmak istiyorum. Ukalalık yapıyorum arada. Karnım acıktığı zaman IQ'm 20’lere düşer. Bazen uzun toplantılardan sıvışamam...

Yeni dahil olduğunuz ekip içinde güvenilirliğinizi hızlıca sağlamak için ne yaparsınız?

Zayıf taraflarımı söylerim. Kriptonit olmasa, Süpermen Süpermen olmazdı!

Sizden daha az bilgisi ve deneyimi olan birinin emrinde çalışsanız ne hissederdiniz?

Manipülasyon yeteneğimi geliştiririm.

Sizin için ideal şirket hangisi?

Öyle bir yer olduğunu zannetmiyorum. Dertsiz çalışana rastlamadım henüz.

 Kariyerinizde ilerlemek için en çok neye ihtiyacınız var? Motivasyon mu, iyi çalışma koşulları mı, veya ne?  

İşimi seviyorsam yeter. Diğer şeyleri gözüm görmez.

Çalışma şekliniz nasıldır? Siz bize başkalarının veremeyeceği ne verebilirsiniz?

Çalışırken uyuyakalırsan, üzerine battaniye örterim.  

Size, yapmakta olduğunuz görevin bütün avantajlarını terk ederek yeni bir görev önerilse, ne yapardınız?

Yeni görevin avantajlarını öğrenirim.

 Stresli bir insan olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Acil bir durum, ciddi bir sorun karşısında tutumunuz ne olur genelde?

Rahatım. Hallolmayacak hiçbir şey yoktur.

 Küçükken nasıl bir gelecek, nasıl bir çalışma hayatı hayal ederdiniz?

Bir ara deniz subayı olacaktım. Sonra dişçi. Sonra da büyükelçi olmak istedim. Bu kadar farklı meslekler arasında gezersen, sonunda elbette karikatürist olursun!

 ***

Semra Can
"Amatör ruhundan ekmek yiyen bir profesyonelim"
 En önemli mülakatınız hangisiydi? Nasıl geçti?

Ayıramam ki birbirlerinden, hepsi çocuğum gibi, hepsinin kalbimde ayrı bir yeri var.

 En sevmediğiniz yanlarınız neler?

Sabırlıyımdır.

 Yeni dahil olduğunuz ekip içinde güvenilirliğinizi hızlıca sağlamak için ne yaparsınız?

Hemen ekiptekilerin en büyük sırlarını alır, bi hafta sonra aynen geri veririm.

Sizden daha az bilgisi ve deneyimi olan birinin emrinde çalışsanız ne hissederdiniz?

Çok üzülürüm ama her fırsatta bilgi ve deneyimlerimden görgüsüzce bahsederim, hatta Cv'mi çerçeveletip duvara asmaya bile kalkışabilirim.

Sizin için ideal şirket hangisi?

Aile şirketi. Yuink petrol gibi.

Kariyerinizde ilerlemek için en çok neye ihtiyacınız var? Motivasyon mu, iyi çalışma koşulları mı, veya ne?

Hepsi ama esas bi tanıdığın olucak ki milletvekili falan...

Çalışma şekliniz nasıldır?

Amatör ruhundan ekmek yiyen bir profesyonel, yani bildiğimiz kurnaz.

 Siz bize başkalarının veremeyeceği ne verebilirsiniz?

Her sene tatil yaptığım yerlerden çok güzel çakıl taşları topluyorum. Hepsini olmasa da bi kısmını size verebilirim. Çok güzeller, bi düşünün bence (kaymak taş dahil).

Size, yapmakta olduğunuz görevin bütün avantajlarını terk ederek yeni bir görev önerilse, ne yapardınız?

Ayak direrim, çamura yatarım, kavga çıkarırım, yere yatıp debelenirim gibi...

 Stresli bir insan olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Acil bir durum, ciddi bir sorun karşısında tutumunuz ne olur genelde?

İşin kendisi stres değil midir zaten? Acil durum, ciddi sorun stres üretmez mi zaten? Bizim işte stresle, üretmenin kardeş olduğu söylenir. bi de gülmekle ağlamak kardeştir derler... Bu ne biçim soru, şaşırtmacalı mı bu? şaşırtmacalı soruyu bulmuş olabilirim!

Küçükken nasıl bir gelecek, nasıl bir çalışma hayatı hayal ederdiniz?

Biz küçükken bu soru, büyüyünce ne olucaksın şeklindeydi. O yüzden küçükken jetgiller tadında bir hayat hayal ettim, ama hiç çalışma hayatı hayal etmedim.

Menajer değil, kişisel marka yöneticisiyim

Necla Karabey, yaklaşık bir yıldır Fenerbahçe’nin efsanevi oyuncusu Roberto Carlos’un “kişisel marka yönetimi”nden sorumlu. Karabey, kişisel marka yönetiminin menajerlikle karıştırılmasından şikayetçi: “Ben sadece marka yönetimini yapıyorum. Dolayısıyla Roberto Carlos’un ne kamplarına, ne de antrenmanlarına gidiyorum. Benim anlaşmam, kulüple yapılmış bir anlaşma değil; birebir onunla, global anlamda bir anlaşma.” İşte Karabey’in kariyer öyküsü ve yıldız futbolcuyla tanışması…

Yıldız bir futbolcunun marka danışmanlığını yapacağınız hiç aklınıza gelir miydi?

Hayır hiç gelmezdi, hayatta tesadüflere inanırım. Bu da güzel bir tesadüf oldu. Hayatta doğru zamanda, doğru insanlarla, doğru anda buluşulduğuna inanıyorum.

İş yaşamınıza bu alanda mı başlamıştınız?

Hayır, Yeditepe Üniversitesi Grafik Tasarım mezunuyum. Mezun olur olmaz İngiltere’ye gittim, St. Gilles College’da bir yıl okudum. Dil anlamında pratik yaparken, aynı zamanda da yarı zamanlı tasarım alanında çalıştım. Böylece, iş hayatına da bir şekilde adımımı atmış oldum. Sonrasında okul bitti, Türkiye’ye döndüm. O dönemde global tasarımla ilgili markalarla çalışmak istediğimi anladım ve iş başvurusunda bulundum. Tam da o sırada Türkiye’nin çok büyük bir tekstil firmasından “merchandiser”lik teklifi geldi. Pazarlama ve marka yönetimi alanında çalışmak istediğim için bu işe girdim ve işi çok sevdim. Üretim, pazarlama, yabancılarla ilişkileri yürüttüm. Ama tekstil çok farklı, ortam çok gergindi, stresliydi ve o sektörde ben ben değildim. İşten ayrıldım ve İngiltere’de tanıştığım çok yakın bir arkadaşımın yanına Venezüella’ya gittim. Giderken amacım 2-3 hafta sonra dönmekti ama tam bir yıl sonra döndüm!

Yani bir anda mı orada kalmaya karar verdiniz?

Evet! Bir yıl boyunca sürekli biletimi ertelettim, Güney Amerika ülkelerine giriş çıkış yaptım. İspanyolca bana çok yakın geldi. Arkadaşlarım da çok motive etti, öğrenebileceğimi söylediler. İşten ayrıldığım bir karar verme dönemindeydim ve Centro Venezolano Americano’da İspanyolca öğrendim.

Sonra ne oldu?

Türkiye’ye döndüm. Ve yine çok büyük global bir markadan iş teklifi aldım. Türkiye pazarına yeni girmiş, Formula 1’in de içinde olduğu bir markaya ürün pazarlamış ve burada daha etkin olmayı amaçlamış bir firmaydı. Plastik promosyon, ürün ve proje koordinatörlüğü göreviyle yeni işime başladım. Ürün gelişimi, tasarım, pazarlama ve satış departmanından sorumlu oldum. O işte lisans ve patenti bize ait olan ürünler vardı, bunlardan birinde Roberto Carlos’u neden kullanmıyoruz dedik. Roberto ile 2007’de bu vesileyle tanışmış olduk. İspanyolca bildiğim için de kendisine ben ulaştım.

Peki, marka danışmanlığı teklifi nasıl gerçekleşti?

Tanıştıktan sonra iletişimimizi devam ettirdik, aile ile birlikte çıkılan bir yemekte benim bu işi yapabileceğimi, bana güvendiği söyledi ve markasını yönetmemi teklif etti. Ben de kabul ettim. Tabi İspanyolca bilmem de çok önemli bir faktördü…

BANA GÜVENDİ

Böyle ünlü bir isimden iş teklifi almak nasıl bir duygu? Zor geldi mi başlarda?

Önce çok şaşırdım. Sonuçta pazarlamadan daha farklı bir alan “kişisel marka yönetimi”. Neden ben, diye sordum. O da bana çok naif bir cevap verdi: “Bugüne kadar hep profesyonel insanlarla çalıştım bu konuda ama uyuşamadım. Benim için güven çok önemli.” Benim bu işi yapabileceğime inandığını söyledi ve beni motive etti. Bu şekilde de başladık.

Neler yapıyorsunuz?

Dünyaya mal olmuş ünlü insanların arkasında hep bir ekip vardır. Bu ekipler; kiminle, hangi ünlü ile çalışıyorsa onun kişisel marka yönetimini yürütür. Yani çalıştıkları markanın A’dan Z’ye her şeyiyle ilgilenir. Gelen promosyon, reklam, katalog teklifleri, yani markayı yansıtacak işleriyle ilgilenir. Bu işleri kişinin kendisi yapamaz, bunu birilerinin yapması gerekir. Ben de bu işi yapıyorum.

BEN SEÇİYORUM O KARAR VERİYOR

Roberto Carlos’a ne kadar karışıyorsunuz?

Bana,“Necla, sen bana uygun işleri seç, ele, masa başında bana getir” dedi. Her aşamada yer almaktansa, son aşamada yer almak istediğini söyledi. Bana gelen tüm teklifleri; sponsorluk, promosyon, reklam teklifleri hepsini değerlendirmeye alıyorum. İmajına uyup uymayacağına bakıyorum. Yıllardır sahip olduğu imajına bir zarar gelmemesine dikkat ediyorum. Benim görevim, her yönüyle sahip olduğu imajı korumak, ona uygun işleri seçmek ve yönlendirmek.

ROBERTO’NUN ÜÇÜNCÜ GÖZÜYÜM

Roberto zor bir insan mı?

İşinde çok hırslıdır. Ama aynı zamanda mutlu ve çok pozitiftir. Çok zor, problem yaratan bir insan olmadığı için de onunla çalışmaktan keyif alıyorum. Bir de bana güveni tam olduğu için çalışırken çok daha rahat ediyorum. Çok yorulsam da tekdüze bir yaşamım olmadığı için mutluyum. Onun üçüncü gözüyüm.

Giyim kuşamına da karışıyor musunuz? Neler öneriyorsunuz ona?

Hayır, giyim kuşamına karışmıyorum, onun zaten kendine çok yakışan bir tarzı var. Ben de onun tarzını beğeniyorum. Sadece gerekiyorsa, yani iş anlamında ona önerilerde bulunabiliyorum.

Yaptığınız iş, menajerliğe yakın görünüyor dışarıdan...

Yurtdışında bu alan çok gelişmiş olduğu için, ünlüler kişisel marka danışmanları olmadan hiçbir şey yapmaz. Türkiye’de ise çok yeni bir alan olduğu için çoğu zaman menajerlikle karıştırılabiliyor. Ama biz menajerin yaptıklarını yapmıyoruz, sadece marka yönetimini yürütüyoruz. Dolayısıyla çalıştığım insanın ne kamplarına, ne de antrenmanlarına gidiyorum. Benim işim onun imajıyla ilgili, spor yaşamındaki yaptıklarıyla birebir ilintili değil. Zaten benim onunla anlaşmam, kulüple yapılmış bir anlaşma değil. Ben onunla birebir, global anlamda bir anlaşma imzaladım.

Kurumsal iletişimciden ikinci kitap

Hobisini işine katarak farklı bir şeyler üretmeyi sevenlerden biri de kurumsal iletişimci Çiler İlhan. Görev yaptığı otelde okuma saatleri düzenleyerek yazarları okuyucularıyla buluştururken bir yandan da kitap yazıyor. İkinci kitabı Sürgün’ü çıkaran İlhan’la sohbet ederken yoğun tempoda yazma işini nasıl becerebildiğini de sorduk.

Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra yurtdışında turizm okudunuz. Şu anda da Çırağan Palace Kempinski’de yöneticilik yapıyorsunuz ve kitaplarınız var. Edebiyatla olan bağınız hangi yıllarda, nasıl oluştu?

10 yaşımdan bu yana kesintisiz yazıyorum. Şiirle başladım, sonra günlükler, hatta ortaokulda tiyatro oyunları, öyküler... Düzenli bir biçimde öykü yazmaya ise üniversite yıllarında başladım. 1993’te de kendimi sınamak, acaba ben bu çok sevdiğim alanda ilerleyebilir miyim, başkaları yazdıklarım hakkında ne düşünüyor, bunu öğrenmek üzere her ay heyecanla alıp okuduğum Varlık dergisinin yarışmasına katıldım ve ödülü alınca içimde bir umut yeşerdi. Sonra yazmaya hep devam ettim ama bilinçli bir biçimde edebiyatla uğraşmam 2002 yılını buldu. O yıl tekrar edebiyat dergilerine öykülerimi göndermeye başladım, ilk kitabım Rüya Tacirleri Odası da 2006’da yayımlandı.

 Halkla ilişkiler alanında yöneticisiniz ve  programınız çok yoğun. Bu yoğunluk arasında yazmaya, okumaya ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Nasıl bir düzeniniz var?

“Boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz?” sorusuna cevabı olan insanlara bazen çok özeniyorum çünkü benim için boş zaman neredeyse yok... Evde olduğum zamanların çoğunda ya okuyor, ya da yazıyor oluyorum. Uykuya çok düşkün değilim, özellikle bir öykü ya da kitap üstünde çalıştığım dönemler gece geç saatlerde ya da erken kalkarak yazıyorum. Hafta sonlarımı ve tatilleri iyi değerlendiriyorum, bununla birlikte çok daha fazla okumak için vaktim olsun çok isterdim.

 ÇIRAĞAN OKUMALARI’NDA YOLA DEVAM

Çırağan’da, "Çırağan Okumaları" başlığında okumalar düzenliyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Bu fikir benim yıllardır hayalimdi ve Türkiye’de yapılmıyor olması beni çok şaşırtıyordu; en azından ben sadece bireysel bir-iki performansdan haberdar olmuştum. Çırağan’daki ilk yılımda genel müdürümüz, var olan kültür sanat projelerine yeni bir aktivite eklememizi isteyince bunu önerdim ve kabul etti, Mayıs 2009’da da başladık. Gelen yorumlar genel olarak çok iyi, hem okur hem de yazarlardan beklediğimizin çok üstünde ilgi, övgü ve katılım aldık, alıyoruz. Aklımızda başka projeler de var ama vakit ve bütçe buldukça, zamanla. 

24 SAAT ÇALIŞIYORUM

Mesleğinizin zorlukları neler?

İletişim, gece gündüz, 24 saat uyanık durmanızı gerektiren bir dal. İşin içine bir de yılın 365 günü 24 saat uyumayan, hele de Çırağan Palace Kempinski gibi devamlı göz önünde olan bir otelin iletişimi ve daha klasik halkla ilişkiler uygulamaları (basın ağırlaması, önemli olaylarda hazır bulunmak gibi) girince... Tatildeyken bile genel ve otel hakkındaki haberleri takip etmek, herhangi bir kriz iletişimi ihtiyacı için devamlı ulaşılır olmaya çalışmak gibi etkenleri, zorluk demeyelim, işin özen gerektiren faktörleri olarak sayabilirim.

Yaptığınız iş, yaratıcılığınızı kamçılayan alanlar yaratıyor mu?

Yazarlık çok yalnız bir meslek... Otelcilik ve halkla ilişkiler ise tam anlamıyla “çarşıda” olmanızı gerektiriyor. Dünyevi ve ruhsal varlığımın iki yönünü birden besleme imkanı buluyorum bu iki işle birlikte. Hem halkla ilişkilerin doğası gereği yaratıcılığımı kullanabileceğim pek çok fırsat çıkıyor, hem de o kadar çok insanla tanışıp konuşuyorum ki, her tecrübede adeta “yaşam biriktirdiğimi” hissediyorum.

Günlük temponuz nasıl? “Bugün de yazamadım,” diye bunaldığınız anlar oluyor mu?

Evet oluyor. Otelde gün erken başlıyor, geç bitiyor ve tempomuz gerçekten çok yüksek. Bazen üst üste çok önemli etkinlikler, zirveler olabiliyor günlerce; ileriye dönük projeler, sunumlar ya da raporlar hazırlıyoruz; otele ait etkinlikler düzenliyoruz; 3-4 günü birlikte geçirdiğimiz yabancı basın gruplarımız oluyor, o zamanlar yorulup yazmaya okumaya vakit ayıramıyorum ve bu günler benim için vicdan azabı. Her yeni çıkan kitap, kütüphanemde okunmayı bekleyen her satır vicdan azabı.

DERİN İLETİŞİM GERÇEKTİR

Yazarlığın, yaptığınız mesleğe nasıl bir katkısı var?

Proje üretirken ve sunarken sıra dışı düşünüp dikkat çekici işlere imza atabildiğimi görüyorum. Halkla ilişkilerde temsil ettiğiniz şirketi ve kendinizi nasıl, ne kadar iyi ifade ettiğiniz çok önemli. Yazarlık ise kendinizi ifade etmekle ilgili; bu yönümün kuvvetli olduğunu ve kendi aramızda yaptığımız yönetim kurulu toplantılarından benim yönetmem gereken basın toplantılarına bu özelliğimin işime çok faydasının dokunduğunu görüyorum. Bir başka nokta, yazarlığımı beslemek için çok ve farklı yönlerde okumalar yapmam gerektiğinden, her türlü sohbet ortamında karşımdakiyle rahatlıkla iletişim kurabiliyor olmam; derin bir iletişim gerçek bir ilişki demek ki bu bizim meslekte çok değerli.

Son kitabınız Sürgün’de 45 kısa öykü var; çoğu da gazetelerde rastladığımız haberler. Bu fikir nasıl doğdu?

Evet, üçte ikisi gazete haberlerinden doğdu. 2006’da gazete kupürlerini biriktirmeye başladım. Birkaç ay sonra yavaş yavaş bunlardan yola çıkan ama mutlaka edebiyatla yoğrulmuş bir metinler bütünü yaratabileceğimi hissettim ve yazmaya başladım.

SÜRGÜNDEN DÖNEBİLEN ŞANSLI BİR İNSANIM

Peki, sizin için“sürgün” kelimesi ne ifade ediyor? Sürgün edildiğinizi düşündüğünüz dönemler yaşadınız mı?

Evet yaşadım. Ama kitabımdaki “Dönüş” bölümünün de sembolize ettiği gibi ben kendi sürgünümden dönebilen şanslı insanlardanım. Benim için sürgün olmak, aslında olamamak; bu dünyaya ne olmak için geldinse o olmana, nerede bulunmak istiyorsan orada olmana izin verilmemesi, dil, din, yurt, içsellik, her anlamda. Kendi toprağında yeşerememek, kanatların olduğu halde uçamamak, uçmamak...  

Mağdur ve suçlunun aslında sadece hikayenin kahramanları ve yakın ailesi tarafından bilinebileceğini düşündüm öykülerinizi okurken. Sizce, suçluyu ararken kimden yola çıkmalıyız ve nelere bakmalıyız?

Bence, çok geniş anlamıyla “suçlu” yok. Bu zincir, masumiyet zinciri nereye kadar takip edilebilir bilmiyorum, Sürgün’de bunu sembolize eden bir öykü var, ismi “Tohum”. Bu takibin sonu yok, kötülük tohumu aile zincirinin hangi parçasında başladı, nasıl başladı, kime geçti, nasıl geçti, nasıl dile, bedene geldi. En suçlu dediğiniz kişi bakıyorsunuz, en zavallı geliyor gözünüze.

Hrant Dink’le ilgili de bir öykünüz var. Dink’in ölümü içimizdeki neyi öldürdü sizce?

Masumiyetimizi...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...