Zaman geri dönülmez bir pişmanlıktır

Selim İleri, Türk edebiyatının yaşayan ve klasikleşmiş en önemli yazarlarından. Edebiyat serüveni 41 yıldır devam eden yazarın, “Geçmiş, Bir Daha Gelmeyecek Zamanlar” roman dizisinin son kitabı “Daha Dün” geçtiğimiz aylarda yayımlandı. İleri, “Daha Dün” ile, yitik bir zaman olarak gördüğü geçmişe artık daha yumuşak baktığını söylüyor. 

Geçmiş, Bir Daha Gelmeyecek Zamanlar” roman dizinizin son kitabı “Daha Dün”. Bu diziyle hayatınızdaki ve romanlarınızdaki karakterler bir kere daha karşımıza çıkıyor. Kitaptaki hayatların birbirine değerek akmasını isteyerek mi seçtiniz?

Bu kitap dizisi ilk başta düşünülmüş bir şey değildi. İlk olarak 1990’lı yıllarda, “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın”ı hiç hesapta olmayan bir şekilde yazdım. O kitapta yer alan, Refik Halit Karay’ın “Nilgün” romanından yola çıkılarak yazılan bir bölümü, deneme olarak düşünmüştüm. Fakat bu deneme gibi olan şeyin deneme olmadığını yazdıkça fark ettim. Yola çıkış şekli itibariyle yetişme çağındaki insanlar, onların uzantıları, bu 50-60’lı dönemlerindeki İstanbul ve daha çok benim yaşadığım iki semt; biri Cihangir, diğeri Kadıköy odaklı olmak üzere, bunlar ortaya çıktı. Burada ilk defa yaşanmış gerçekliğe daha fazla yer verdim. Öyle olunca da tek bir kitap olmadığını hissetmeye başladım ve o şekilde bir dizi oldu. Bir ırmak roman yazayım, gibi bir düşüncem yoktu. Kitaplar birbirini çağrıştırarak, bütünleyerek devam etti. Yaşamsal tarafı ağır basan bir çalışmaydı.

Bir yazarın, romanlarının dışına çıkarak bir “anlatıcı” halini almasının zorlukları neler? Tereddüt ettiğiniz noktalar oldu mu?

Yazamadığım pek çok şey var o döneme ilişkin. Ama bu galiba ülkemizdeki yazarların bir tür alın yazısı. Bu yalnızca yazarın kendini sansürlemesi anlamına alınmamalı, yaşadığımız toplumun bazı şeyleri ham olarak değerlendirme gibi bir durumu var. Bir tür düzeysizlik de diyebiliriz. Sizin büyük bir ilgi ve şefkatle anlatmak istediğiniz şeyler, çok çabuk sansasyonel bir hal de alabiliyor. Gündelik basının malzemesine dönüşüyor. Bu, başıma yalnız bu kitaplarda değil, “Kar Yağıyor Hayatıma”daki sanatkar portrelerini kaleme getirirken de gelmişti. Mesela; bazı kişileri çok yazmak istediğim halde, onların yazılacak tarafları benim için çok sevgi ve iyiliklere açıkken, kavrayış olarak başka kişiler tarafından birer rezalete dönüşebileceği endişesiyle -boş yere ölmüş insanları kirletmekten çekindiğim için- bir sansüre tabi tutmak durumu oluşmuştu. Burada da aynı şey var. Bizden sonraki yazarların daha özgür, açık ve nesnel yaklaşacaklarını umuyorum.

GEÇMİŞ BİR BURGU GİBİDİR
Geçmişle aranızda dostluğu nasıl kurdunuz?

Zaman bende öteden beri bir burgu gibidir. Geçen zaman birçok insan için tecrübedir, deneyimdir ama benim için geri dönülmez olarak bir pişmanlıktır. “Öyle değil de böyle olsaydı daha başka türlü olabilirdi. Şu hatanın esiri olarak bu zaman kaybedilmiş bir zamandır” diye düşünürüm. Ama son aşamaya gelindiğinde galiba artık kabullenmekte duruyor. Yitik bir zaman gibi. Yumuşuyorsunuz, yoksa başka türlü önünüzde yaşayacağınız zamanı doğru kullanma şansınız kalmıyor. Fotoğraflardan da nefret ederim. Bir zamanı dondurmaktır, mümkün olduğu kadar fotoğrafsız yaşamayı tercih ederim.


Uzun yıllardır yol arkadaşınız, daktilonuz Corona Standart… Hala onunla mı yazmaya devam ediyorsunuz?

Evet, hala birlikteyiz. Sabahleyin benim bacağım tutmuyor, onun A harfi. Öğleye doğru onun A harfi açılıyor, benim de bacağım kendine geliyor! Birlikteyiz ama çok korkuyorum bir tarafı bozulacak diye. Çünkü artık daktilo tamircisi çok az. Son tamirden bu yana 6-7 yıl geçti. Son tamir ettirdiğim dostumun dükkanı da, artık daktilo kullanılmadığı için kapandı ve ne yazık ki dönerci oldu. Şimdi kim tamir eder, ne olur, bilmiyorum.

HAYATTA EN SEVDİĞİM İNSAN, TÜRKAN ŞORAY

Türkan Şoray için hayatta en sevdiğim insan diyebilirim. Her dakika görüşmesek de hep bilirim ki Türkan Şoray vardır bu dünyada. Ona yazdığım senaryoda şöyle dedim, aramızdaki bağı anlatıyor: “Birbirimizi görmesek de aramasak da aynı sokaklardan geçeceğiz.”

YALNIZLIK, OKURLARI SÖMÜRMEK İÇİN İYİ BİR FIRSAT!
Bir röportajınızda “Yalnızlık sanıldığınca can yakmaz. Çoğu kez arındırır, sizi alıp çalışmaya götürür, gel-git en sadık dostunuz olur çıkar.” diyorsunuz. “Yalnızlık” yazar için aslında gizli bir konfor mu?

Muhakkak bir konfor. Bir de, okuyucuları sömürmek için iyi bir fırsat galiba! Başta insan böyle düşünmüyor, bir tür kişisel yakınma olarak algılıyor. İç yakınma gibi bir dürtü olarak görüyor. Zamanla sizi okurla, en azından yalnız okurlarla buluşturan bir noktaya getiriyor. Ama bunun dışında, çalışmak açısından bütün mesuliyeti ona vermenizi sağlıyor. Yalnız olmayan bir insan, başka kişilerin de sorumluluğunu taşıyan insandır. Bir aile hayatı, çoluk çocuğunuz ya da akrabanıza ayırdığınız vakit, yazıya ayıracağınız vakitten alır. Yalnız insan, bir anlamda zamanının büyük bölümünü, eğer istiyorsa yazıya ayıracak kişidir. Bu, hem bir lüks, hem de bir anlamda sığınma noktasıdır. Bir de yalnızlık ne kadar içinizi sıksa da canınızı yakmaz ama başka insanlar bazı zamanlar hayatınızı cehenneme çevirebilir.

Yani yalnız olmak mutlu ediyor sizi…

Bazen ediyor, bazen etmiyor. Yaş aldıkça bunun üzerinde çok fazla durmuyorsunuz. Mutlu etti mi, bilemiyorum ama çalışma açısından büyük olanak sağladı. Yalnızlık hem iyi bir şey, hem de zaman zaman niye başkaları gibi olamadığınızı sorgulatan bir şey.

İDEOLOJİLER SANATA BİR ANLAM KATMAZ
Türkiye’de yazar olmak, her dönem beraberinde sıkıntıların gelmesi anlamını taşıyor. En çok hangi dönemde canınız yandı, anlaşılmamak sorununuz oldu?

En başından itibaren böyle bir problemi yaşadım. Herhangi bir çevrenin, siyasi grubun kişisi, üyesi olmadığınız zaman bu gibi şeyler yaşıyorsunuz. 1970’ten bu yana bunu yaşıyorum. O dönemin dergi ve gazetelerini eşelediğiniz vakit, “Her Gece Bodrum” kitabımla ilgili burjuvaziye hizmet ettiğime dair şeyler yazılıyordu. Devrime karşı olduğumu söyleyen son derece kırıcı eleştirilerdi. Ama ben garip bir inatla -çekingen olmama rağmen hayatta- yazıda bildiğimi okudum. İdeolojik meselelerin sanata ve edebiyata bir anlam katmayacağını fark ettim. O şekilde yol alabildim. Baskılar hep oldu. Son dönemde de yine başıma geldi. Oysa ben yaşanmaz zannediyordum.

Ekşi Sözlük’te sizin için şöyle bir yorum yapılmış: “Nezaket, abartısız tevazu ve gerçek.” Bu kadar naif ve nazik kalmayı neye borçlusunuz?

İnsanın kendi kendine bir elbise giymesi gibi kuşandığı bir yanı da var. Bir süre sonra başkaları size bunu söylediği vakit öylesine büyük bir mutluluk duyuyorsunuz ki, doğal haliniz olmaya başlıyor. Sevgiye hasreti çok fazla olan bir insanım, belki de kendimi beğendirmek için her türlü nezaketi bu yüzden yapıyorum! Zaman zaman nezaketimi kaybediyorumdur, kalp kırdığım da oluyordur ama öncelikle dinlemeyi bilmek gerekiyor. Başkalarıyla empati kurmak çok önemli insan ilişkilerinde.

"Selim’in bir özelliği de herkese eşit oranda saygı duymasıdır" demiş arkadaşınız Müjde Ar. Birçok yazarın aksine sanat dünyasında sevilen bir isimsiniz. Bunun sırrı ne?

Sanatı bir bütün olarak alıyorum. Onlara olan hayranlığımla onları tanımak istemişimdir. Onların yanında olmak istemişimdir. Gelişkin ülkelere baktığınız zaman bütün sanatların kardeş olduğunu görürsünüz. Beslenmek için sanatların iç içe olması gerektiğine inanıyorum.

Türkan Şoray ile aranızdaki bağı biliyoruz. Dostluğunuz nasıl başladı?

Her şey Türkan Şoray’a olan tutkumla başladı. 60’larda Yeni Melek Sineması’nda Metin Erksan’ın yönettiği “Acı Hayat” oynamıştı. İzlerken bir filmin oynadığını, film seyrettiğimi unuttum ben. Öylesine sahici bir oyunculukla karşılaştım ki, gerçekten de öyle bir acı yaşıyormuş, ona şefkat göstermem gerekiyormuş diye düşündüm. Bir gün de Taksim Meydanı’nda yine bir film çeviriyordu. İlk kez de onu orada gördüm. Uzaktan bana gülümsediğini zannettim ama öyle bir şey yoktu! O bakış, bana bakmadığı halde baktığını zannetmek, uzun süre kendi içimde gelişen bir duyguydu. Sonra Türkan Hanım ile bir filminin senaryosuyla ilgili olarak tanıştık. 1980’lerde ise ilişkimiz bir dostluğa dönüştü.

Yöneticinizin burcuna göre davranın

Hangi burçtan yöneticilerle daha rahat çalışılır? İşkolik yöneticiler hangi burçtan çıkar? Okuyun, yöneticinizin burcuna göre hareket edin. Astrolog Oğuzhan Ceyhan derledi.

Koç
Yumuşak ses tonuyla konuşun

Koç insanları baskın, kuralcı, eleştirilmekten hoşlanmayan, güçlü ve hırslı karakterlerdir. Yöneticiniz bir Koç erkeği ise onun aceleci ve endişeli yönlerini bilerek hareket etmelisiniz. Asla onu eleştirmeyin. Özel hayatı ile ilgili hiçbir şey sormayın. Yalnızca işinize konsantre olun. Yumuşak ses tonu ile olaylara ve kavramlara hakim bir şekilde yaklaştığınız takdirde işiniz çok daha kolay olacaktır.

Boğa
Sizin de kibar olmanızı bekler

Kendinden ziyade birlikte çalıştığı grubu ön plana çıkartan, bunun yanında da tavizkar olmayan fakat biraz materyalist bir yönetici karakteridir. Kadın yöneticileri kibar, motivasyonu tam ama yönetici gezegeni Venüs’ün de vermiş olduğu etkiler sebebi ile yeniliğe çok açık olmayan, sabit fikirli ve çoğunlukla değişmeyen karakterlerdir. Uyumlu, içten, biraz ağır kanlı olan Boğa burcu yöneticinizin ticari zekasına güvenin.

İkizler
Hiperaktif biriyle karşı karşıyasınız

Konuşkan, hareketli, birden fazla şey ile aynı anda uğraşan, zaman zaman hiperaktif özelliklere sahip olan İkizler burcu, yönetim kadrolarında daha ziyade medya, reklam, pazarlama ve hizmet sektörlerinde başarılıdır. Çoğunlukla kafası karışık, birkaç işi birlikte yapan ve elinde cep telefonu veya e-postalarını sürekli inceleyen bir yöneticiniz olabilir. E-posta trafiğinden çok da fazla hoşlanmıyorsanız İkizler burcunda bir patronu ile çalışmak sizin için zor olabilir.

Yengeç
Alıngan ama fedakardır

İş ortamında çalışılması en zor burç gruplarından biri olan Yengeç burçları, çalıştığınız ortamı bir aile yuvası haline getirebileceği gibi, herhangi bir şekilde kolay kırılan, alıngan da olabilir. Yengeç yöneticilerinde erkek ve kadın ayrımından çok, yaş ayrımı yapmamız daha doğru olacaktır. Eskiye bağımlı, birlikte çalışılması zor fakat bir anlayış geliştirdiğiniz takdirde sizin için pek çok fedakarlıklar edecek bir yönetici modeliyle karşı karşıyasınız.

Aslan
Sözünü sakın kesmeyin

Enerjik, hareketli, sanata düşkün ve egosu yüksek bir Aslan burcu ile çalışmak, onu yücelttiğinizde ve motive ettiğinizde aslında çok kolaydır. Motive edilmeyi seven Aslan burcu çalışma hayatında kendisini göstermeyi de sever. Birlikte çalışırken asla ona ukalalık etmeyin. Onu her zaman yüceltin. Ve birlikte çalışma hayatınızda onunla bir takım olduğunuzu unutmayın. Aslan kadını yönetici, çoğunlukla güzel giyinen, bulunduğu ortamda kendisini rahatlıkla ifade edebilir. Lafını hiçbir zaman kesmeyin. Yalnız kaldığınızda fikirlerinizi söylemenize zaten izin verecektir.

Başak
Hatasız olmaya özen gösterin

Eleştirel, mükemmeliyetçi, iş ortamına duygularından ziyade mantığı ön plana çıkartan vizyon sahibi, kuvvetli, sentezleme yeteneği tüm burç gruplarından üstün olan bir birey ile çalıştığınızı unutmayın. Bir Başak burcu kadar analizci ancak bir Başak burcu olabilir. Kurumsal yapılarda en uyumlu, hakkaniyete en yüksek şartlarda sahip genel müdür ve yöneticiler Başak burcundan çıkar. Onun tek isteği, daha hatasız, daha mükemmel ve sistemde daha uygun çalışmaktır.

Terazi
Adil olduklarını unutmayın

Bu burç grubu profesyonel iş yaşamına en uygun gruplardan biri olmak ile beraber iş ortamında yenilik, vizyon ve fikirsel anlamda yeni ufuklara açık bir bireylerden oluşur. Sakin ve neşeli olan Terazi burçları uyumsuz ortamlarda çalıştıkları takdirde gergin, çok acımasız da olabilirler. Pek çok Terazi burcu yönetici ve patron olduğunun bile farkında değildir. Günlük işleri sizinle birlikte yapacak. Pozisyonu gereği üstünüz olsa bile, sizin ile her konuyu konuşarak paylaşacaktır.
  

Akrep
Ketum ve acımasızdır

Yöneticiniz bir Akrep ise, bilin ki ketum, şüpheci ve yeri gelince acımasız olan bir kişi ile çalışıyorsunuz demektir. Çalışılması en zor yöneticiler Akrep burcu yöneticileridir. Hırslı ve kendi ile yarışan bir patronunuz olduğunu unutmayın. Onunla çok açık konuşmalısınız, çünkü fikirlerinizi açık açık ifade etseniz bile bu düşüncelerin altında daha farklı şeyler arayabilir.

Yay
Çalışılması en kolay burç

Çalışılması en sevimli burç olan yöneticiniz hele bir Yay kadını ise, kahkahalarını koridorun ucundan duyacaksınızdır. Neşeli, iyimser, biraz abartılı ve çoğunlukla her şeyi olumlu düşünen Yay burcu ile çalışmak çok kolaydır. Konuşkanlığı içinde entelektüel bilgisini ve eğitim yönü güçlü bir kişi ile çalıştığınızı unutmayınız. Çalışma hayatında gergin olsanız bile ona bunu belli etmeyin.

Oğlak
İşkolik ve detaycıdır

Kadını ya da erkeği olsun, bu burçtakiler işkoliktir. Dünyaca ünlü politikacılar, genel müdürler, her alanda orta ve üst kademe yöneticiler hep Oğlak burcundan çıkar. Detaycı, analizci, çalışkan ve gerçekçi bir birey ile çalıştığınızı unutmayın. Devlet sektöründe pek çok üst düzey yöneticinin Oğlak burcudur. Özel sektörler ile bir devlet memuru mantığı ile çalışan Oğlak burcu yöneticisi ile çalışmanız için ilk önce onun gibi düşünebilmelisiniz Abartılı hareketlerden, yüksek sesten, ofis içi düzensizlikten asla hoşlanmaz. O, işine gelip sadece çalışır.

Kova
Zekaya hayrandır

Çoğunlukla, akılcı ve gerçekçi Kova burçları, vizyon sahibi insanlardan hoşlanır. Grup çalışmalarını seven Kova burcu yöneticileriyle bilin ki, ast üst ilişkiniz çok olmayacaktır. Asi, anlaşılmaz ve sıra dışı olan bu şahıs yalnızca işine konsantre olur, bu sebeple sizin dahi farkınıza varmayabilir. Onunla çalışmak için, tuhaf ve sıra dışı özelliklere biraz alışmalısınız. Düşünsel anlamda kendisini çok geliştiren seyahatten ve hayatın renklerinden hoşlanan bu birey akla ve vizyona hayrandır.

Balık
Sorumluluk sahibi olursanız kazanırsınız

Vizyon sahibi, hayalci, duygusal olarak çok değişken, çoğunlukla yumuşak ve bazen de çok gergin Balık burçları çalışma hayatında zaman zaman birlikte çalıştıkları insanlara aşırı iş yüklemeleri ve bireysel anlamda da iş ortamından çok fazla zevk almamaları ile tanınır. Sorumluluğunuzu bildiğiniz takdirde ve onun işlerini kolaylaştırdığınızda çok rahat bir iş dünyanız olacaktır. Gerekirse arkasında yarım bıraktığı işleri toplamalı ve onunla iç dünyanızı asla paylaşmamalısınız.

Yeni yıl yapılacaklar listesi

Her yılın başında sigarayı bırakır, diyete ve spora başlarız. Bu yıl da yine kim bilir hangi kararları hayata geçireceğiz, hangileri yılbaşının tatlı heyecanıyla geçip gidecek? İş ve kariyer konusuyla ilgili olanlarsa büyük ihtimalle en öncelikliler arasında yer alacak. Ama sadece başarı odaklı bir yapılacaklar listesi oluşturmak yeterli mi? İşte kendinizi iyi hissettirin diyen Humanresources.about.com’dan ipuçları.

Neyi sevdiğiniz önemli

Biliyoruz klasik bir laf ama kendinizi en iyi hissetmenin yolu, işini sevmek. Ne kadar seviyorsunuz, sizden beklenenlere ne kadar cevap veriyorsunuz, ofiste en çok neye ihtiyacınız var? Neler beklediğinizi belirleyin. En önemlisi de mevcut durumunuzdan ne kadar memnunsunuz? Bu sorunun cevabı yeni yılda en çok neye ihtiyacınız olduğunu gösterecektir.

 Kendinizi ödüllendirin

Başladığınız bir projeyi bitirdiğinizde ilk tebrik kendinizden gelsin. Patronunuzdan teşekkür beklemek yerine siz kendinizi tebrik edin, hatta ödüllendirin. Ve tabi birlikte çalıştığınız insanlara da teşekkür edin; masalarına not bırakın ya da güzel bir e-posta atın. “Eline sağlık” kelimesini arkadaşlarınızdan esirgemeyin.

 Şimdi yeni şeyler öğrenmek lazım

İşte ilerlemek kendini geliştirmekle paralel durumda. Kendi uzmanlık alanınızla ilgili ne kadar çok bilgiye sahipseniz o kadar çok farkındalık yaratmak mümkün olur. İşin yoğunluğunda kaybolup kendinizi geliştirmeyi ihmal etmeyin. Dergi, kitap karıştırmak zor geliyorsa internet var.

Sosyal bağlantılarınızı sağlamlaştırın

Her iş insanının acil durumda aranacaklar listesi vardır. Hangi konuyla ilgili ilk kimi arıyorsunuz? İşte bu soru, sosyal network’lerinizi kimlerle sağlamlaştırmanızı gösterir. Gerek e-posta, gerek telefon yoluyla bu insanlarla bağlarınızı kuvvetlendirin. Yeni yılda yine onlarla zor anlarınızı paylaşacaksınız...

Dinlemeyi öğrenmek

Yöneticilerin zamanının çoğu sorun çözerek geçer. Çözüm bulabilmek için karşı tarafı iyi dinleyebilmek şarttır. Hatta bazen sadece dinlemek bile iyi gelir.

Özel hayatınızı gözden geçirin

Hep iş, hep iş, nereye kadar? Evde bile işi düşünerek geçirilen zamanın yaşamınızdan çaldığının farkında mısınız? Spora, sevdiklerinize, akrabalarınıza ve elbette dostlarınıza ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Ne olursa olsun, özel yaşamınızı es geçmeyin. Özel yaşamdaki mutluluk işe de yansıyor, bu da işin başka bir boyutu...

Yeni mezunlarla çalışmak istiyoruz

Kudret Göz Ankara Hastane Müdürü Pelin Yılık, yeni açacakları iki hastane için yaklaşık 600 kişilik eleman alacaklarını ve bu alımlarda yeni mezunlara özellikle yer vereceklerini söylüyor.

Yakın dönemdeki istihdam planlarınız neler?

Kudret Göz Grubu, İstanbul ve Ankara’daki yatırımlarıyla sağlık alanında uzmanlaşmış bir grup. Grubumuz sağlık sektörüne yeni yatırımlarıyla her geçen gün önemli katkılarda bulunuyor. 2009 yılı Kudret Göz için önemli yatırımların planlandığı bir yıl. Şu an Ankara merkezde devam etmekte olan bir göz hastane inşaatımız var. Stratejik planlamamız doğrultusunda, bu hastanemizi 2010 yılı içinde sağlık sektörüne kazandıracağız. Bu yeni yatırımımız 15.000 m2 kapalı alana sahip, akıllı bina teknolojisi ile tanımlanmış, tamamen hasta memnuniyeti ve hasta rahatlığı düşünülerek oluşturulmuş bir proje. Bu yeni projemiz ilk etapta 500 kişilik bir istihdam olanağını da beraberinde getirecek.
 Ankara ve İstanbul’daki göz hastaneleriyle sağlık alanında bir marka olan grubumuz, gelişen teknoloji ve kapasite artırımı ile mevcut hastanelerine de 2009’un ilk yarısı içinde 100 kişilik bir eleman alımı planlıyor.

 Şu an bünyenizde kaç kişi çalışıyor?

Grup şirketlerimiz arasında; Kudret Göz Ankara, Kudret Göz İstanbul ve göz alanında büyük medikal bir firma olan Kudret Medikal bulunuyor. Bünyemizde 300 kişi çalışıyor.

AYNI ZAMANDA BİR SAĞLIK OKULUYUZ
Alımlarda yeni mezunlara yer verecek misiniz?

Yeni mezunlar Kudret Göz grubu için özel bir öneme sahip. Kudret Göz kendi içinde önemli bir sağlık okuludur aynı zamanda. Çalışanlarımıza yetişme süreçlerinde bu okulun seçkin öğrencileri olarak bakıyoruz. Hastane grubumuzda çalışmış, eğitim almış kişiler, diğer sağlık işletmelerinde en minimum yönetici kademelerinde işe başlayabilir. Çalışanlarımıza çizdiğimiz kariyer haritasının üst noktası yöneticilik pozisyonlarına kadar gidebiliyor. Yöneticilerimizi yeni mezun olarak istihdam edip, yetiştirdiğimiz kadrolardan oluşturuyoruz. Ayrıca yeni mezunların enerjisi, motivasyonu bizim için çok önemli.

İşe alımlarınız var olan kadroyu genişletmek için mi  olacak, yeni yatırımlar söz konusu mu?

Gelişen teknoloji, hastalarımızın beklenti ve ihtiyaçlarının günden güne artması, bizim de kendi içimizde revizyonlar yapmamıza neden oluyor. Bu nedenle var olan kadroları genişletmek, ya da ihtiyaç duyulan yenilikleri hastalarımızın hizmetine aksaksız sunabilmek için yeni işe alımlar gerçekleştiriyoruz. Kudret Göz, sürekli büyüyen bir sağlık grubu. Şu an Ankara merkezde devam etmekte olan bir genel hastane inşaatımız var. Stratejik planlamamız doğrultusunda, bu hastanemizi 2009 yılı içinde sağlık sektörüne kazandıracağız. Bu yeni yatırımımız 15.000 m2 kapalı alana sahip, akıllı bina teknolojisi ile tanımlanmış, tamamen hasta memnuniyeti ve hasta rahatlığı düşünülerek oluşturulmuş bir proje. Bu yeni projemiz ilk etapta 500 kişilik bir istihdam olanağını 2010 yılı içinde beraberinde getirecek.

ÇALIŞANLARIMIZA KAYNAK OLARAK BAKIYORUZ
Sağlık, hızla gelişen bir sektör. Sirkülasyonu anlamında nasıl bir grafiğe sahipsiniz? Kalifiye eleman bulmakta zorlandığınız bir pozisyon var mı?

Teknolojiyi üstlendiğimiz misyon nedeniyle çok yakından takip edip uygulamak zorundayız. Kudret Göz bünyesinde kalifiye eleman bulmakta zorlandığımız herhangi bir pozisyon söz konusu değil, çünkü adayların çalışmayı özellikle arzu ettiği  bir kuruluşuz.

Grubumuz bünyesinde yoğun bir sirkülasyon yaşamıyoruz, çünkü çalışanlarımıza kaynak olarak bakıyoruz. Eforumuzu kemikleşmiş bir kadro oluşturmak ve bu mevcut kadroyu koruyup güçlendirmek üzerine yoğunlaştırıyoruz.

İşe alımlarda nelere dikkat ediyorsunuz? Olmazsa olmazlarınız neler?

İşe alımlarımıza; uzun soluklu bir çalışma sürecini beraberinde getirecek bir fırsat olarak bakıyoruz. Adayları hakça ilkelere göre değerlendirmeye özen gösteriyoruz. İş başvurusunda bulunan adayların kendini ifade etme hakkına sahip olduğunu düşünüyoruz. Adayın pozisyon için istekli olması bizim için önemli bir kriter. Bunun yanı sıra, hastanelerimiz bünyesinde çalışmak isteyen adayların iş başvurularını iletmeleri açısından herhangi bir zaman kısıtlaması söz konusu değil. Tüm çalışanlarımızdan istediğimiz en önemli kriter iyi bir iletişim yeteneği, güleryüz, empati kurabilme yeteneği çünkü hastalarımız sağlık hizmetimizi değerlendirirken çalışan personelimizi de puanlıyor, inceliyor.

İşe alımlarda adayın gösterdiği özen ve problem çözebilme yeteneğini de olmazsa olmazlarımız arasında sayabiliriz.

 SAĞLIK TURİZMİNDE ÇALIŞANLARDA DİL BİLMEK BİR ZORUNLULUK
Dil anlamında yeterlilik sizin için ne kadar önemli? Dil seviyesini her departmanınız için aynı derecede önemli mi?

Dil anlamında yeterlilik belli başlı pozisyonlar için ayrıcalıklı bir önem taşıyor. Özellikle sağlık turizmi ile ilgilenen uluslararası ilişkiler departmanımızda bir zorunluluk. Çağrı merkezi ve hasta kabul bölümlerindeki çalışanlarımızın iyi düzeyde yabancı dil bilgisine sahip olması, yabancı hastalarımızı eksiksiz bilgilendirmeleri açısından önemli. Ancak hasta ile yüz yüze olmayan destek birimler açısından bir zorunluluk değil.

Sağlık sektörünü istihdam açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık sektörü mevzuat kaynaklı uygulamalar doğrultusunda istihdam politikalarını sürekli revize etmektedir. Özellikle sağlıkta teknik ara eleman istihdam etmek istediğinizde arzın talebi karşılamadığı görülmektedir. Türkiye genelinde özel hastaneler sağlık insan gücü temininde büyük güçlük çekmektedir. Özellikle, sosyal gelişmişlik yönünden geri kalmış bölgelerde, sağlık insan gücü temininde daha yüksek oranda güçlük çekilmektedir. Tüm sağlık sektörü için insan kaynağı envanterinin hazırlanması, lisans ya da sağlık meslek lisesi eğitimlerinin ihtiyaçlara paralel olarak planlanması bu anlamda faydalı olacaktır.

Sektörümüz personel hareketliliğine sahip olan dinamik bir sektör. Mevzuat kaynaklı uygulamalar da dönem dönem hastanelerin istihdam politikalarında köklü değişikliklere neden olabiliyor.

Hastanedeki pozisyonum haricinde, “Özel Göz Hastaneleri ve Merkezleri Derneği’nde Başkan Yardımcılığı görevini yürüttüğüm için, sektörden bir çok kuruluşun nabzını da tutabiliyoruz.

Sağlık sektörü içinde hızla büyüyen rekabet koşulları nedeniyle daha fazla sağlık profesyoneline de ihtiyaç söz konusu. Ayrıca sağlık işletmelerine özgü birtakım iş pozisyonları da tanımlanmış durumda. Örneğin, “Hasta Danışmanlığı” pozisyonu çalışanlara mesleki bir ehliyet kazandırıyor. Bu anlamda sağlık sektörünün personel yetiştirme anlamında da önemli bir yeri söz konusu.

Yazmak insanın en iyi hali

Babaevi, Sil Baştan, Zerda, Ihlamurlar Altında ve son olarak Asi… Sadece bunlar değil, daha pekçok dizinin karakterlerine hayat veren bir isim. Aynı zamanda yedi kitabın yazarı. Ama aslında biyokimya uzmanı. Eczacılık Fakültesi’nin ardından bambaşka denizlere yelken açan bir kadından bahsediyoruz. Kendi deyimiyle “gönlünde yatanı inatla isteyip” gerçekleştiren Neşe Cehiz’den...

Yazar ve senaristsiniz ama eczacılık eğitimi almışsınız. Bu eğitimi almak bilinçli bir tercih değil miydi?

Aslında hiç tercih etmedim. Ağabeyim tıp fakültesinde okuyordu o sıralar, ailemin etkisiyle eczacılık fakültesini işaretledim. Ama hedefim siyasal bilgiler fakültesine gitmekti. Ertesi yıl yine sınava girdim, kazandım da. Fakat bizim ailede pek çok doktor olduğu için siyasal bilgiler sayfasını kapatmak zorunda kaldım. Ailemin lafına kandım yani. Yine de eczacı olarak hiç çalışmadım. Biyokimya ihtisası yaptım, hastanelerde çalıştım. Bunları yaparken yazmaya da devam ettim.

O zaman yazı yazma durumları hep vardı, sonradan olmadı bu ilginiz?

Edebiyatla haşır neşir insanların dediği gibi, ben de edebiyattan hep 10 alırdım. 18 yaşında takır takır yazdığımı, hiç durmadan yazabileceğimi fark ettim. Teksir sayfalarına 40-50 sayfayı bulan kısa bir roman yazmıştım. Biriktirdiğim teksirleri bir gün edebiyata çok meraklı olan ağabeyimle paylaştım. Beklediğim tepkiyi alamadım. “Kafka esintili şeyler yazmışsın” dedi sadece. Bu yüzden bir duraksama oldu, yazma olayı bir süre rafta kaldı.

Peki edebiyat dünyasına ilk adım atmanız ne zaman ve nasıl oldu?

Tutkuyla yazmaya devam ederken farkında olmadan öykülerim birikti, dosyamı hazırladım ve Akademi Kitapevi Öykü Ödülü’nü aldım. O dönemin en prestijli ödülüydü, çok heyecanlandım. İyi bir başlangıç oldu, üzerimde iyi bir motivasyon yarattı. Sonrasında, Enver Ercan’ın ön ayak olmasıyla 1991’de Varlık’tan ilk kitabım “Evlilik Cüzdanlarını Buruşturan Öyküler” çıktı. Çok büyük, güzel heyecanlardı. Şimdi ilk kitabıma bakınca ‘muhteşem’ diyemiyorum ama beğenilme anlamında o dönemde egomu epey okşamıştı.

Yazma isteği garip bir duygu

Eğer yazmak istiyorsan, her türlü engel ve dış etkene rağmen elin kalemi buluyor, kağıtla buluşuyor, yazmaya başlıyorsun. Yazmak aslında insanın iyi hallerinden biri. Deniz kıyısında oturmakta insanın iyi hallerinden biridir ama o boşluk halinde bir şeylerin yazıya dökülmesi, zamanın somutlaşması anlamına geliyor.   

Sulhi Dölek’le karşılaşma
Sonrasında senaryo yazarlığınız da başlamış. Bu yönde teklif mi geldi? Televizyon dünyasına nasıl girdiniz?

Tamamen ekonomik nedenlerle başladım senaryo yazmaya. Sinemayla ilgileniyordum ama dizilerde nelerin olduğunu bilmiyordum. Dizilere geçmeden önce TRT’den radyo oyunları aldım, yazmaya başladım. Radyo oyunları, yazı yazmama çok büyük katkı sağladı. Yayınlanmış 8-10 oyunum var. Ayrıca 13 bölümlük “arkası yarın” da yazdım. Radyo oyunu yazma, yazdıklarımı görsel arenaya döndüreceğimi gösterdi. Bunun verdiği duyguyla 13 bölüm dizi yazıp bir kenara koydum. Sonu ve hikayesi tamamen belli bir hikayeydi. Bu hikayeyi yazdığım dönemde Yazarlar Sendikası’nın kongresinde Sulhi Dölek’le karşılaştım. Kendisi de senarist olduğu için toplantıya gittiğini, beni de yanında götürmek istediğini söyledi. Çok tesadüfi bir biçimde istediğim şey ayağıma kadar geldi. Böylelikle ilk kez bir film şirketine ayak bastım. “Babaevi” ile 1997’de televizyon hayatına başlamış oldum.

Becerikliyim, yetenekliyim, işkoliğim!
Bunca iş, iki ayrı ala... Sizin sırrınız ne?

Çok becerikliyim ve yetenekliyim demek ki! Şaka bir yana, o zamanlar bana saatler fazla geliyordu. Hastanedeki görevim çok aktif bir çalışma gerektirmiyordu. İdareciydim, ortam bana zaman kazandırıyordu. İşkolik olduğumda bir başka gerçek tabii!

Yine de vazgeçtiğiniz anlar olmadı mı?

Hem edebiyat dünyasında hem de televizyon dünyasında yıldırıcı pek çok şey var. Kendi ruh halinize göre ya yılarsınız ya da yılmazsınız. Her türlü olumsuz faktöre karşı direndim, inatçılığımın bunda en büyük etken olduğunu düşünüyorum. Odaklandım ve diğer şeyleri görmezden geldim. Örneğin edebiyat dünyasında çok az dostum var. Başka yazarları çok iyi tanımam, onları da diğer merak ettiğim insanlar gibi röportajlarından tanımayı tercih ederim. İlişkilerimi kullanmak mantığı yerine, hayatımda her şeyi akışına bıraktım. Yaptığım işlerin dışında kalarak kendimi korudum, yıpranma oranımı bu şekilde azalttım.

İnsanlar dizileri kaybolmak için izliyor

Zerda, Ihlamurlar Altında, Kırık Kanatlar ve Erkekler Ağlamaz gibi pek çok dizide imzanız var. Son yıllardaki rekabeti de düşünürsek insanların dizileri tutkuyla izlemelerini neye bağlıyorsunuz?
Türk insanı dizi seyretmeyi çok seviyor. Her dizinin içinde kendinden bir parça buluyor, başkasının eklediği hikayelerde de bir şekilde kaybolmak istiyor. O ana odaklanıp, arada çay içip mutfağa gidip mutlu oluyorlar. Çünkü ailecek sinemaya gitseler çok pahalıya gelebilir, uygun vakitleri olmayabilir ama diziler her kanalda kendilerini bekliyor. İşin içine ekonomik faktörde girdiği için her akşam ekran karşısına geçip dizi seyretmeyi, ekrandaki hikayelere kendilerini kaptırmayı seviyorlar.

Peki, bir izleyici olarak dizilerle aranız nasıl?

Her bölümlerini olmasa da dizilerin ilk bölümlerini mutlaka seyrediyorum. Oyuncuların, senaristin kim olduğu, hikayesinin neyle ilgili olduğunu 15-20 dakika bakarak öğreniyorum. Her bölümü seyredecek vaktim yok.

Yaratım sürecinde sizi en çok neler etkiliyor?

Sektör çok ağır ve piyasa çok çetin savaşlara tanıklık ediyor. Mesela 3 gün hiç durmadan dizinin bir bölümü için senaryo yazıyorum. Çok sosyal olmaya fırsatım olamıyor bu yüzden. Rahatlıkla asosyalim diyebilirim. Hayatın içine karışmak ise yaratıcılığımı artırıyor.

İnsanları zorlayan koşulların değişmesi için nelerin yapılması gerekiyor?

Şu anda dizilerin süresi 90 dakika. Eskiden bu süre 45 dakikaydı. Setteki arkadaşlar iki kat daha fazla çalışarak, eve dönmeden günlerce setlerde kalarak yaşıyorlar. Bu, büyük bir haksızlık. Tekrar dizilerin 45 dakikaya düşmesini istiyoruz. İnsanların yaşamlarını doğru düzgün sürdürmeleri için bu şart.

Senaristliğe istekli olan gençler bu koşulları nasıl buluyor?

Gençlerde pek yolunda gitmiyor bu işler. Çünkü tahammülleri fazla yok. Dışarıdan gözüktüğü gibi değil, gençler buraya gelir gelmez anlıyorlar. Ama bunun yanı sıra yanımızda yetişen ve sektöre dayanabilen gençlerle usta-çırak ilişkimiz oluşabiliyor. Edebiyatta artık kaybettiğimiz bu ilişki artık senaristler arasında devam ediyor.

Dizilerde iş alım sahneleri şöyle gelişiyor: İş arayan mutlaka üst düzey yönetici ile görüşüyor ve akabinde de işe alınıyor. Son yıllardaki işe alım sürecinin çok aşamalı olduğunu düşündüğümüzde, çok inandırıcı gelmiyor insana. Bunun nedeni rating kaygısı mı?

İzlenme kaygısı ile hiçbir alakası yok, dizi akışı ile ilgili bir durum bu. O sahnenin en kısa sürede kesilmesi gerektiği için tek bir sahnede ve kesin sonuçla bitiyor görüşmeler. Uzatmak gibi bir lüksümüz olmuyor. Her bir çekim bütçe demek çünkü. Ama bunu bir eleştiri olarak görebiliriz.

Yaratıcı drama ile kendini tanıma

Özel hayatta olduğu gibi iş yaşamında da bazı duygularımızın farkına geç varıyoruz. Temeli tiyatroya dayanan yaratıcı drama ise işte tam bu zamanlarda devreye giriyor. Davranışlarımızda zayıf ya da güçlü yanlarını ortaya çıkaran yaratıcı drama, kişinin kendisini tanımasını amaçlıyor.

Yapılan yaratıcı drama çalışmaları ise insanın duygu dünyasında neye olumlu neye olumsuz baktığını fark etmesine yardımcı oluyor. Çatı İK Seminerleri’nde bu kez yaratıcı drama konusu ele alındı. Semineri, eğitim danışmanı Eray Beceren verdi. Yenibiris.com Roof’ta gerçekleşen etkinlikte kişinin kendisini tanımasına yönelik grup çalışmaları yapıldı.
Aslında kendini tanıma denilen şeyin kendi duygu durumunu tanımak olduğunu söyleyen Beceren, duygular hakkında konuşulmadığı için duygu durumunun çok da farkında olunmadığını söylüyor: “Önyargı ve alışkanlıklar her şekilde karşımıza çıkan iki kelime. Bazı şeyleri değiştirmek çok zordur. Ama yine de denemekte fayda var. Ancak bu şekilde insanların sadece dışına değil, içine de bakabilmeyi öğrenebiliriz. Bunun için yaratıcı drama çalışmalarına katılıp kendinizi ya da birlikte çalıştığınız insanları çok daha iyi tanıyabilirsiniz” dedi.

Türkiye’de en güzel iş benimki

İşine Aşık İnsanlar 2

Keşke olsa ama sayıları çok fazla değil. Onları tanımlamak için satırlar dolusu yazmak gerekmiyor. İşinden bahsederken gözleri parlayan, kendi beğeninceye kadar işini teslim etmeyen, her ne yapıyorsa ona değer katmak için çırpınan güzel yürekli insanlar onlar... "Yaptığım her işten sonra sanki bir sanat eseri seyrediyormuş gibi eserime bakar, mutlu olurum. Her iş özeldir, ayrı bir güzeldir benim için. Bu yüzden çok aşkla yaklaşırım işime…" İşine aşıklar dizimizin ikinci konuğu Şengül Taruz işine olan bağlılığını bu sözlerle ifade ediyor.
Kendisi tam 30 yıldır manikürcü. Dükkanı her zaman tıklım tıklım. Bunaltıcı sıcağa rağmen dışarıda oturup bekleyen sadık müşterileri var. Kimse bir yere gitmiyor, belki sıra gelir diye bekleşiyorlar. Şengül Hanım işine sanat eseri muamelesi yapıyor. Ama marifet sadece ellerinde değil. Her müşterisinin özel hayatını biliyor, gelişmeleri soruyor, sıkıntılarına üzülüyor, güzel haberlerine seviniyor, derdine yorum yapıp çözüm bulmaya çalışıyor. Anaç yapısı, müşterilerine şefkatle yaklaşmasını sağlıyor. Zaten müşterisiyle sıcak iletişim kurabilen güzellik salonları, kuaförler biraz da bu yüzden dolmuyor mu? “Harika bir işim ve harika arkadaşlarım var” diyen Şengül Taruz’un müdavimleri arasında Beren Saat, Naz Elmas gibi ünlü isimler de bulunuyor. 

Uzun zamandır bu işi yaptığınız ortada. Başlayalı kaç yıl oldu? Ve kendi yerinizi açalı ne kadar oldu?  

Mesleğe, 1979 yılında Kalamış’ta başladım. Sonrasında Moda Deniz Kulübü’nde 2 yıl, Caddebostan Ahmet’te de 2 yıl çalıştım. Sonunda dedim ki, ben kendi dükkanımı açacağım. 1996 senesinde de dükkanımı açtım.Yaklaşık 14 senedir burayı işletiyorum. Hem de tek başıma!

OKUMAYI ÇOK İSTEDİM GÖNDERMEDİLER
Manikürcülüğe para kazanma derdiyle mi başlamıştınız?

Hayır, bir zorunluluğum yoktu. Sadece okumayı çok istiyordum. Ne olursa olsun, okumak ve bir iş sahibi olmak istiyordum. Ama o dönemdeki politik olaylar nedeniyle ailem eğitimime devam etmemi istemedi, desteklemedi. Annem “asla göndermem” dedi. Ben de kaymakamlığa kadar çıktım, okumak istiyorum diye. Ama olmadı. Olmayınca da evde oturmak hiç cazip gelmedi ve bir şey yapmalıyım dedim. Bir arkadaşımın vasıtasıyla da bu işe başladım.

 HARİKA BİR İŞİM VAR
Ve giderek sevdiniz...

Ekmeğimi kazanayım istedim. Ve inanır mısınız, o günden sonra başka bir iş yapmak aklımdan bile geçmedi. “İyi ki de başlamışım” diyorum şimdi baktığımda. Gerçekten harika bir işim ve çok güzel bir çevrem var. Harika da arkadaşlarım… Türkiye’deki en güzel iş benim işim.

 ÜNLÜ İSİMLERE ASLA SORU YÖNELTMEM
Ünlü isimler de müşterileriniz arasında. Onlarla aranız nasıl?

Onlarla da aram çok iyi çünkü onlara da soru yöneltmem. Ben sadece işimi yaparım. Hatta salonuma gelen başka bir müşterim soru sorduğunda bile rahatsızlık duyarım. Burada sadece işimi yaptığımı belli ederim. Beren Saat, Banu Alkan, Perihan Kutman, Merih Akalın, Naz Elmas gibi pek çok isim müşterim oldu;  hala gelenler de var. Onlarla da ilişkim yine aynı düzeyde.

Her müşterinizle arkadaş gibisiniz. Hatta sadece sizinle konuşmak için sıra bekleyenler var şu an dışarıda, konuşurlarken duydum. Ne yapıyorsunuz da, insanlar sizden ayrılamıyor?

Her müşterim benim arkadaşım. Çok geniş bir çevrem var. Bu çevreyi de müşterilerime çok düşkün olduğum için sağladığımı düşünüyorum. Müşterilerime arkadaş olarak yaklaşırım, asla para ile bir tutmam. Verdiğim enerjinin olumlu olduğunu söylüyorlar. Ama, icra ettiğim sanat ve güleryüzün de çok etkisi olduğunu düşünüyorum.

ÇOK AŞIĞIM
Çok uzaktan gelenler sizi nasıl bulmuş?

Zincirleme etkisi ve arkadaşlığımız sayesinde. Buraya gelmeye başlayan bir daha geliyor. Taşınsa da, evlense de, çocuğu da olsa, yine buraya geliyor. Gelenler de birbirlerine söylüyor. Çok uzak, ters dediğimiz mesafelerden gelen müşterilerim var. Onlar bu sayede beni bulan insanlar…

İşinizi de özenle yaptığınız ortada...

Çünkü işime çok aşığım… Kelimelerle anlatamam. Diyelim ki bir iş çıkardım; sonrasında sanki bir sanat eseri seyrediyormuş gibi eserime bakarım, mutlu olurum. Bu mutluluk beni daha da motive eder. Çıkardığım her iş özeldir, ayrı bir güzeldir benim için. Bu yüzden çok aşkla yaklaşırım işime…

 İŞİN ZOR TARAFI
Psikolog gibi yaklaştığınız anlar da oluyor. Kadınların en çok iç döktüğü yer, sizin yanınız. Size herkes her şeyini anlatır mı?

Her gelen her şeyini anlatır. Bu, hiç şaşmaz. Fakat kötü bir yanı da var bunun. Herkesi dinliyorsun, derdine derman olmaya çalışıyorsun. Fakat kendi kendine sonrasında “bunları unut” diyorsun. Unutmak zorundasın çünkü. Müşterilerin hakkında o kadar çok şey biliyorsun ki, o kadar özellerine giriyorsun ki, onları unutman gerektiğini de biliyorsun. Bunun bizim işe geri dönüşü de şu oluyor: Unutkanlık hastalığına yakalanıyorsunuz!

 KIZIMA DA İŞİMİ  ÖĞRETTİM
İki çocuğunuz var. Onların da bu mesleği yapmasını ister misiniz?

Bir kızım, bir de oğlum var. İkisi de çok güzel okudu, üniversiteyi bitirdi. Ama tabi bu işi de yapabilirler. Mesela, kızım hem okudu, hem de buradaki işleri öğrendi. Bu işi hem öğrettim, hem de makyaj kurslarına gönderdim. Herhangi bir diplomayla iş bulamadığı sürece bu işi gönül rahatlığıyla sürdürebilir.

Peki bundan sonraki hedefiniz?

Çok büyük bir salon, çok büyük bir kadro ama kuaförü işin içine sokmadan güzellik salonu açmak istiyorum. Krizi bir atlatırsak ama! Bir de, Galata Köprüsü’nde küçük bir dükkan açmak istiyorum. Güzellik salonu. Haftanın 3 günü orada, 3 günü burada olmak gibi bir düşüncem var. Turistler de çok geldiği için orada açabileceğimi düşünüyorum. Biraz daha farklılıklar da olabilir tabi. Mesela arada minik ikramlar da yapılabilir. Şarap gibi…

Ters elle diş fırçalayarak zihninizi şaşırtın

“Her gün yaptığınız günlük alışkanların en az 5 tanesini farklı şekilde yaparak zihninizi şaşırtmaya başlayabilirsiniz. Mesela ters elle diş fırçalama, bilgisayarı açmadan önce 30 saniye tıp (yani sessiz kalma ve donma- çocukken oynadığımız gibi), tıpları gün içinde 6 kere 60 saniye yaparsanız günde toplam 6 dk zihni şoke etmiş merak ve şaşkınlıkta bırakarak tazelemiş ve dinlendirmiş olursunuz.” Hayatımızı biraz daha iyileştirmek için uygulayabileceğimiz tekniklerden biri de NLP. Uzmanlardan Banu Gökçül, tekniğin inceliklerini anlattı. Kendisi ODTÜ Kamu Yönetimi mezunu. Ama öğrencilik yıllarından beri aklı fikri insan ilişkilerinde olduğu için, yüksek lisansını davranış bilimleri üzerine yapmış. O gün bugündür de gerek yurt içinde gerekse yurtdışında pek çok seminere katılmış.

NLP uygulamaya nasıl başlanır?

NLP, yani, ‘zihni’ bir işletim programı olduğunu anlamamızı sağlayıp, varolan programın en üst versiyonuna çıkmasını sağlayan tekniklerin bütünüdür. Daha başka bir dille söyleyecek olursak, düşünme, dil ve davranış süreçleri izlenerek, en iyi sonuçları alabilmek için bunları nasıl etkili şekilde kullanabilir insanlar, onu inceliyoruz. Ya da kişinin, zihin yapısını tanıması, anlaması yani ‘zihnindeki birikim’ler hangi resimlerden oluşuyor, kimlerin dilini, nasıl bir ses tonuyla hangi düşünce düzeylerine kaydetmiş bunların fark etmesi ilk adım, daha sonra kendi yaşamının yönetimini ele alması için düşüncelerine yol yordam kazandırıyor.

KARİZMAYI ARTIRIR
NLP neye yarıyor?

Başka öğretiler size ne yapmanız gerektiğini anlatırken; NLP neyin nasıl yapılması gerektiği üstünde durur. Duygularınızı kontrol etmeyi ve yönlendirmeyi öğretir, beyninizi etkin biçimde kullanmanızın yollarını açar, iletişim becerilerinizi ve karizmanızı artırır. NLP’yi bir alet çantası olarak düşünün. Hayatınızı iyileştirmek, tıpkı bir bilgisayar gibi bir üst programa taşımak sizin elinizde aslında. NLP de bunun için pek çok alet sunuyor. Örnek verecek olursam; depresyondan panik atağa, motivasyon düşüklüğünden sigara bağımlılığına kadar pek çok soruna çözüm bulabiliyoruz. Örneğin hedef belirlemekte güçlük çeken bir genç de, müşteri ile ilişkilerini düzenlemek isteyen bir şirket de NLP yardımı alabiliyor. Koçluk çalışmaları sırasındada NLP teknikleri süreci kısaltıyor ve etkinliğini artırıyor. Elbette soruna göre özel çözümler sunuluyor.

Tekniklerin belli bir sırası var mı?

NLP tekniklerini kavrayıp bir kez uyguladıktan sonra sinir sisteminiz değişmiş algılarınız açılmış farkındalığınız artmış olur zaten. Bir başka deyişle, olanları, olayları, durumları ‘zihninizin esareti olmadan çıplak bir şekilde’ görüyor, duyuyor, kokluyor, tadıyor, hissediyor olursunuz. Zihin neyi nasıl kaydediyor algılarınız nasıl ve nelerden etkilenerek oluşuyor ve kısaca zihninize geçen kayıtların nasıl gerçekleştiği ile ilgili farkındalığınız tama yakın bazen de tam objektif olabilir.

BİLİNÇALTI BİZİM KÖLEMİZ ZİHNİNİZİ YANLIŞ PROGRAMLAMAYIN

Bilinçaltı bizim hizmetkarımızdır, kölemizdir. Ne söylersek, neye inanırsak onu gerçek olarak ve emir olarak algılar. Ve gerçekleşmesi, doğrulanması için uğraşır. Dolayısıyla olumlu cümlelerle yaklaştığınızda yaşamınızı farklı etkilersiniz olumsuz cümlelerle farklı Benim gözlemim şu: İnsanlar yaşamlarında sıkça “yapamam, beceremem” gibi ifadelere yer veriyorlar. Bunu dil düzeyinde de o kadar fazla kullanıyorlar ki, zihinlerini bu şekilde programlamış oluyorlar. Bunun da farkında değiller üstelik. Şöyle bir örnek vereyim: Eğer siz küçükken anneniz size bardak taşımanız için izin vermemişse, sık sık “düşürürsün, kırarsın” demişse, büyüdüğünüzde bunun gerçek olma olasılığı o kadar çok ki! En azından bunu kendinize yapmayın. “Ben çok sakarım” demeye alışırsanız bilinçaltınıza o mesajı gönderirsiniz ve gerçekten de sakarlıklar yaparsınız. Kendi kendinizi programladığınızı bilmediğiniz için de bunu kişiliğinizin vazgeçilmez bir bölümü olarak kabul eder, kendinize de acırsınız. Biz bunu kırmaya çalışıyoruz.

Peki neler öneriyorsunuz?

Her gün yaptıkları günlük alışkanlarının en az 5 tanesi farklı şekilde yaparak zihinizi şaşırtmaya başlayabilirsiniz. Mesala ters elle diş fırçalama, bilgisayarı açmadan önce 30 saniye tıp (yani sessiz kalma ve donma- çocukken oynadığımız gibi), tıpları gün içinde 6 kere 60 saniye yaparsanız günde toplam 6 dk zihni şoke etmiş merak ve şaşkınlıkta bırakarak tazelemiş ve dinlendirmiş olursunuz.

Uygulama aşamalarından açıklar mısınız?

Bu aşamaya geldiğimizde, yapmak istediğimiz şeyleri nasıl yapacağımızı, nelere ihtiyacımız, olduğunu bilmemiz lazım. Kendimizle ilgili olarak bilmemiz gereken dört konu var. Bunları, yolculuğa çıkmadan önce yapacağımız hazırlıklara benzetebiliriz.

1. Yapacağımız şeye yeterince inanıyor muyuz?

2. Yeterince bilgili miyiz?

3. Bu işi yapabilecek becerilere sahip miyiz?

4. Kişilik özelliklerimiz nelerdir ve özelliklerinizin geliştirilmeye ihtiyacı var mı? Bu konularda hazırlıklarınızı kontrol ettikten sonra yolculuk başlayabilir. Buradan sonra stratejilerinizi uygulamak, öğrendiklerinizi amaçlarınıza uyarlamak zamanı gelmiştir.

1. Hedeflerini açık olarak belirle: Nereye gideceğinizi bilirseniz, rotanızı daha kolay belirleyebilirsiniz. Bunun için yolculuğa çıkmadan önce nereye gitmek istediğinizi belirlemek çok önemlidir.

2. Harekete geç: Başlamak bitirmenin yansıdır derler. Bu ilke hayalperestlerle başaranların arasındaki farkı gösterir. Başarılı insanlar bir yerden başlayanlardır.

3. Attığın adımları kontrol et: Bir yolda yürürken, attığınız adımların sonuçları veya gelişmelerini çok iyi izlemek ve analiz etmek zorundasınız. Burada sezgileriniz, gözlemciliğiniz, aldığınız geri bildirimler çok önemlidir.

4. Davranışlarında esneklik geliştir: Attığınız, adımların sonuçlarını erken görmek, başarısızlık olarak algıladığınız durumdan kurtulmak için taktik değiştirmenizi sağlayacaktır.

Sizden yardım isteyenler öncelikle neler bekliyorlar?

Çok farklı nedenlerle gelenler var. Yaşamdan ne istediğini ve ne beklediğini tam olarak bilmeyenler, kariyer adımlarını şekillendirmekte güçlük çekenler, fobilerinden kurtulmak isteyenler, ailevi sorunları olanlar, özel hayatlarını dengelemekte zorlananlar, kendilerini geliştirerek geleceklerini şekillendirmek isteyen öğrenciler gibi profillerle karşılaşıyorum çoğunlukla. Genel olarak öncelikle ‘anlaşılmayı’ bekliyorlar, birlikte sorunlarının ya da sorun addettikleri konunun kökenine iniyor ve kaynağına ulaşıyoruz. Sonra da ortadan kaldırması için birlikte, neleri nasıl yapması gerektiğini belirliyoruz, egzersizlerle bunları geliştirip, pekiştiriyoruz.

Sizin NLP’yi keşfiniz nasıl oldu?

Ben ODTÜ’de kamu yönetimi okudum ama aklım fikrim hep insan ilişkilerindeki, gerçek hayattaki sorunları çözmekle ilgiliydi. Okul bitince rotamı değiştirip davranış bilimleri yüksek lisansı yaptım, örgütsel davranış alanındaki doktora çalışmalarım da sürüyor. Bu arada yurt dışında pek çok seminere ve eğitime katıldım, Hindistan’da beş ay geçirerek insanın kendisiyle başbaşa kalması ne demek öğrendim. Zaten yoga ve meditasyon da yapıyorum. NLP ile ise 2000 yılında tanıştım ve gerekli tüm eğitimleri tamamladım. Şu an Türkiye’deki bilinen NLP eğitmenlerinden biriyim.

Kendinizde ilk ne gibi değişimler hissettiniz?

Yıllar içinde tekniği uyguladıkça daha çok uyguladıkça hissettiğim ve sahip olduğum gücüm arttı ilişkilerim istediği sıcaklıkta, yakınlıkta ve samimiyette ve miktarda gelişti, başarımı görür, yaşar ve en önemlisi başarımın sonuçlarını tadar oldum.

Özellikle iş arayan gençlere ve yoğun dönemden geçen insanlara NLP ile ilgili neler önerirsiniz?

Bu iş arama dönemini, kendilerini geliştirmek için fırsat olarak algılamalarını ve en önemlisi iş görüşmelerini hedeflerine ulaşmak için ilk adım olarak algılayıp hedeflerini iyi belirlemelerini sağlayıcı ilk hamle olduğunu bilmeleri ok önemli. En önemlisi, bu noktada 10 yıl sonra, kendilerini her anlamda nerede görmek istiyorlarsa orada hayal edip, görüp, duyup, hissedip 10 yıl sonra nasıl kokuyor olacağından, neler yiyor, neler giyiyor, neler konuşuyor ve kimlerle arkadaşlık yapıyor, kimlerle ne sohbet ediyorlar gibi konuları zihinlerinde canlandırmaları çok önemli. Bu adımları izlemek onları mutlu olacakları işlerde çalışmalarını sağlayıcı en önemli unsurdur.

Tedavi etmek ibadet gibi

İşine Aşık İnsanlar I

Keşke olsa ama sayıları çok fazla değil. Onları tanımlamak için satırlar dolusu yazmak gerekmiyor. İşinden bahsederken gözleri parlayan, kendi beğeninceye kadar işini teslim etmeyen, her ne yapıyorsa ona değer katmak için çırpınan güzel yürekli insanlar onlar... Yazı dizimize diş cerrahından döşeme ustasına matematik öğretmeninden manikürcüye, farklı alanlardan işine aşıklar konuk olacak. Diş cerrahı Artun Urgancıoğlu ile başlıyoruz.

Artun Urgancıoğlu... Diş hekimi fobisi olanlara birebir. İlk karşılaşma anınızda o kadar kibarca yaklaşıp sıcak davranıyor ki, dişçide olduğunuzu unutuyorsunuz. Sadece bana değil tabi, kapsamlı tedavim nedeniyle gittiğim bir ay boyunca gözlemlediğim herkese... Sonra derdinizi soruyor, yine çok zarif biçimde. Hatta utanıyorsunuz ağzınızdaki sorundan, ihmalkarlığınızdan. Ve kibarlığı tedavi boyunca devam ediyor. Diş ipi kullanmadığını söyleyen hastasına, biraz da hüzünle, sadece “keşke diş ipi kullansanız” diyor. Birkaç cümleden sonra tedirginliğiniz geçiveriyor. O koltuğa oturduğunuzda ise elmas işliyormuş gibi itinayla ağzınızdaki problemli alanda çalışmaya başlıyor. Tabi siz de kendinizi çok kıymetli hissediyorsunuz. İşini yaparkenki sakinliği size de geçiyor. Tutkusunu çabucak hissediyor, sihirli biçimde rahatlıyorsunuz. Bu tutkuyu sakin biçimde yaşıyor. Koltuktan kalkarken de, sizi kırmaktan korkan bir dostla ayrıldığınız hissine kapılıyorsunuz.
Tedavimin ardından onunla sohbet etme fırsatı bulduğumda hissettiklerimden fazlasını öğreniyorum. İş yaparken dertlerini unuttuğunu söylüyor Artun Bey. Babası vefat ettiğinin ertesi gününde bile ameliyat yapmış. Onun için tedavi yapmak, “ibadet gibi”.

Çocukluğunuzda da “ben doktor olacağım” diyenlerden miydiniz?

Evet, çocukluğunda da doktor olmak istiyordum. Annem doktor olduğu için ona ciddi anlamda imrenirdim ve bu yüzden de kim sorarsa sorsun, “kesinlikle doktor olacağım” derdim.

 ÖSS’DE SADECE 3 TERCİH YAPTIM
Nelere imrenirdiniz?

Annemin insanları tedavi ettiğini görmek hoşuma giderdi. Model olarak görürdüm onu. Hayrandım şifa dağıtmasına… İnsanların şifa görmesi, hoşa giden bir şey. Şu anda bakıyorum da, daha o yaştan böyle bir eğilimim olduğu belliymiş. Zaten ilkokula başladığım günden itibaren aklımda olan tek şey doktor olmaktı.

Bu istek hiç sekteye uğramadı mı?

Hiç... Lisede, onca insanın arasında fen bölümünü seçen 8 kişi vardı; biri de bendim. Üniversite sınavına girdiğim zaman da üç tercih yaptım sadece. Üçüncü tercihime de girdim.

Sizin o klasik diş hekimi korkusuyla baş etme yönteminiz nedir?

Diş doktoru korkusu aslında son derece edimsel bir korku. Çünkü insanlar küçükken diş doktorlarından edindiği kötü tecrübeler nedeniyle fobi olarak görebiliyor doktorları. Öncelikle güven sağlamaya çalışıyoruz. Bunun için ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı ayrıntılı olarak anlatıyoruz. Eskiden anestezi tetkikleri çok fazla gelişkin değildi, artık öyle değil. Yaptığımız anesteziler çok iyi olduğu için hasta çok fazla bir şey hissetmiyor. Hasta ne kadar az ağrı duyarsa, ağrısı da o kadar az olur.

 BABAM VEFAT ETTİ AMELİYATA GİRDİM
İşinize ne kadar tutkulu olduğunuzu –benim de doktorum olduğunuz için- çok iyi biliyorum. İnsan sizin yanınızda kendini en güvenli ellerde hissediyor ve korkudan eser kalmıyor. Tutkunuzu bize yansıtıyorsunuz sanki…

Çok tutkuyla yapıyorum işimi, bu doğru. Çünkü işim en önemli önceliğim. Mesela, bir derdim olduğu zaman, işimi yaparken o derdimi unutuyorum. Örneğin, babam vefat ettiğinde, ertesi gün ameliyat yaptım.
Tedavi yapmak, ibadet gibi bir şey benim için. Tedavi yaparken konsantre olman lazım, konsantre olduğunda da sadece yaptığı işe odaklanırsın, başka bir şey düşünmezsin. Bu da hastalarıma geçiyor sanırım, güven duygusu başka nasıl açıklanır ki?

Peki işkolik misiniz?

Evet, kesinlikle işkoliğim. Bana Pazar öğleden sonraları tatil yapmak yeter. Çalışmak güzel bir şey. Allah çalışmaktan bizi alıkoymasın. İnsan dinlenmek isterse de dinlenir; buna inanıyorum. Ve şunu söyleyebilirim; işimi çok seviyorum çünkü Tanrı beni bunun için yaratmış.

Saat kaçta yatıp, kaçta kalkıyorsunuz? İş düzeniniz nasıl?

Genelde 9.30’da hasta bakmaya başlıyorum. Akşam da 19.30’a kadar sürebiliyor. Bazen genel anestezi olduğunda, sabah saat 7.30-8.00 gibi de anestezi alabiliyorum. Ama bu işlemi daha çok zihinsel engellilere yapıyoruz.

Telefonum hep açık. Bu da olması gereken bir şey. Çünkü genel cerrahi yapıyorum. Yıllardır blok olarak 5 saat uyuduğumu hatırlamıyorum. Bir gün baba olduğumda sanırım uykusuzluğu hiç yadırgamayacağım!

İKİ ALTIN KELİME
İşinizin olmazsa olmazları neler?

Sabırlı ve disiplin olmak şart. Mesela normal hayatımda hiç sabırlı değilim ama mesleğimde çok sabırlıyım. Diş hekimliği eğitimindeki disiplinle ilgili bir şey. Bize öyle bir eğitim verildi ki, sabırlı olmayı öğrendik. Maalesef materyal canlı bir materyal. En ufak yaptığın bir hatanın sonucu ne yazık ki çok ağır. Hem maddi, hem de manevi tabi.

Kendinizi nasıl güncelliyorsunuz?

Toplam yedi uluslararası dergiye aboneyim ve fırsat buldukça da yurtdışındaki seminerleri takip ediyorum. Kurslara da katılıyorum. Bir de internetten sıkı takip etmek gerekiyor. Yeni çıkmış aletler, materyalleri de takip ediyorum.

HEKİMLİK İNSANA VİCDAN KATAR
Peki çocuğunuzun mesleğinizi yapmasını ister misiniz?

Olabilir tabi. Hekimlik yapmasını isterim. Hekimlik insana vicdan katar. Ve bir de sebat etmeyi, şükretmeyi öğretir. Kötü şeyleri görerek insan şükretmesini öğreniyor.

Emeğinizin karşılığını alıyor musunuz?

Dilediğim kadar kazanmıyorum. Emeğimin karşılığını tam olarak kazandığımı düşünmüyorum.
Türkiye ortalamasının üzerinde para kazanıyorum ama para anlamında sıkıntı yaşayabiliyorum.
Başka meslektaşların kazandığı paraları duyunca biraz canım sıkılıyor. Onların aldığı ücretlerin yarısını alıyoruz.

SEVMEDEN HEKİM OLAMAZSIN

Sevmeden asla yapamazsın bu mesleği. Tabi bu işten nefret eden çok arkadaşım da var. Ama mecburlar, başka seçenekleri yok ve meslekleri de bu. Sonuçta bu meslek sadece insanların acılarını dindirmek için yapılmıyor. Bir denge kurmak lazım. Diş hekimliği yapılan bir klinikte, işin yüzde 50’si ticaret, yüzde 50’si ise hekimdir. Çünkü her muayenehanenin dönmesi gerekiyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...